Mısır Kıçımı Isır (I) – Yolculuk

Lise2 deydi sanırım. Yiğit ile 500 dolarlık Mısır gezilerinin küpürlerini gazeteden koparır “Ulan gitsek mi ya” diye hayaller kurardık. Para biriktirelim gidelim derdik.

Tabi yalan oldu hep. Lisedesin neyle nasıl para biriktireceksin, ne ara gideceksin.. Bi de hadi gittik, kesin Yiğit’i arap diye alıkoyarlardı orda :))

Okullar tatil oldu. Yazın sıcağında bunaldığım bir gün Yiğit’e mesaj atmıştım. Naber nasılsın tarzı bir mesajdan sonra “Haftaya Mısır’dayız” yazmıştı. Eh, ben de hala doğal olduğunu düşündüğüm bir tavırla bildiğimiz ülke Mısır zannetmiştim. O kadar Mısır muhabbetinden sonra..

“Olm insan bi haber verir o kadar plan program yaptık seninle. Ne zaman gidiyosunuz? Kaç gün kalacaksınız? kim kim?”

Yiğit cevap yazıp da ben Kızılay’daki Mısır Cafe olduğunu anladığımda iş işten geçmişti. Yaz geçti, okullar açıldı, ilk gün bir gittim herkes benimle Mısır geyiği yapıyordu. Herkese anlatmıştı dallama. Bir ay alay konusu oldum sınıfta.

Ama intikamım acı oldu 🙂

2 hafta önce Yiğit’e mesaj attım: “Mısır’a gidiyorum”.
Eh eski günleri bi yad ettik elbette, ama ülke olduğunu anladı bizimki.

Bölümden arkadaşım Cem, nam-ı diğer “Paşa Cem”, bi gün Data dersi çıkışı sordu. Mısır için ucuz tur bulmuşlar, katılıp katılamayacağımı merak etmişler Alperle. Ben biraz “bakarız, hallederiz”ci bir insan olduğumdan olaya önce bu şekilde yaklaştım. Daha sonra 249 euroluk bir tur olduğunca düşünmedim değil.

249 Euro = Bir hafta konaklama + Her gün kahvaltı + 4 gün akşam yemeği + uçak biletleri

Bu arada kahvaltılar açık büfe = yani öğlen yemeğimizi de çıkardığımız düşünülebilir =)

Gayet makul değil mi? İnsanın inanası gelmiyor başta. Hatta şu anda okurken şöyle düşünüyorsunuz: “Bi hafta Türkiye’de tatil yapsan daha fazla tutar yahu”. Öyle. Ben de şüphelenmedim değil 🙂 Neyse uzatmayalım, konuyu babama açtım, olumlu yanıt aldım. O arada bizim Erasmus parasını kalanı yatınca maddi sıkıntı da kalmadı rahat rahat gidebilirdim artık.

Pasaport uzatmaydı filandı falandı işlemlerini sürdürdük, tur’a gidip Alper, Cem, Ben ve Melih kapora verdik (Melih verdi). Ertesi gün Melih ben gelemiyorum abi bir işim çıktı dedi. Napalım ne edelim diye düşünürken 4. aramaya başladık. Artık rezervasyonu yaptığımız için filan iptali söz konusu değildi, birini bulmak zorundaydık.

Biz bu arayışı sürdürürken birçok insanın Mısır gezisinden haberi oldu elbet 🙂 Pasaportları almaya gittiğimiz gün Cem’den “Melih bizimle değil de Turgutla gelebilirmiş” sözünü duyunca kızdım. Melih’e de söyledim, ne demek dedim sizinle gelmiyorum ama Turgutla gelebilirim, aynı yere gidiyoruz. Çağır gelsin o da dedim. Ama yok öyle bir şey, ben sadece Turgut için sordum ben gelemiyorum zaten işim var dedi. Öyle deyince özür diledim. Çünkü Melih parayı ödemiş, biz dördüncü bulmak için bi tarafımızı yırtmış, biri birinin yerine o da diğerinin yerine para ödemiş filan falan işler karman çorman olmuş, dellenmiştik. Ama benim özür dilerken bilmediğim şey Melih’i havalanında göreceğim gerçeğiydi 🙂 Ziyaaa.

Cumartesi öğleyin kalkacak olan uçağımız sabah 8’e alınınca (ve Alper ile Cem’in Ankara – İstanbul uçak biletleri yanınca) ben de madem öyle bir gün erken gideyim Yunus’ta kalırım dedim. Tabi bu arada bizim Mısır ekibi genişledi. 4 kişi zaten başlangıç ekibiydik, Sinem-Çağrı-Belma üçlüsü de dahil oldu (Sinem ile havalanında karşılaşana kadar aynı tur olduğundan emin olamadık 🙂 ) bizim İzzet Arda ve arkadaşı Alperen de geldiler (ben Arda’nın da gelebileceğini zannetmiyordum, her şeyi son güne bırakınca, havalanında pasaportu bile kendinde olmayınca) Melih’in yerine 4. de Cem’in arkadaşı Tural’ı aldık.

Arda bizimle aynı gün pasaport almaya gelecekti, gelmedi. Aradım hayrola noldu diye.

“Abi gelmedin?”
“Saygın ben öğrendim o iş öyle olmuyomuş. Sabah 7 gib filan gidip millet sıraya giriyomuş, bi ton sıra bekliyomuşsun parmak izi filan. Daha sonra da pasaport çıkması zart zurt ertesi güne anca alıyomuşsun kanka.”
“İyi de Arda biz sabah 10da geldik, şu an saat 3, pasaportumuzu aldık gidiyoruz :D”
” :S”
“İnternetten randevu aldık”.

Evet, bilmeyenler için, internetten pasaport çıkarma uzatma filan falan için randevu alırsanız saatler hatta koca bir gün kazanabilirsiniz. Hatta uslu bir çocuk olursanız belki şirinleri bile görebilirsiniz.

Çarşamba günü vizemi de ajanstan aldım (bu arada henüz vize kalkmadığı için vize aldık, vize de o kadar dandik ki Pasaporta elle yazıp üfürükten bir damga vuruyorlar. Ben bile yapardım yani!) Perşembe gecesine yataklı tren biletimi de aldıktan sonra (bu gün Tübitak’a gidip son kararımı verdiğim, belgeleri toparlamaya koşuşturduğum gündü) yapacak birşey kalmadı.

Gelelim tren kısmına.. Akşam Tampere’den bizim Burcu aradı beni, blogdan Tübitak yazımı görmüş, tebrik için aramış, bi yandan onunla konuşurken bi yandan vagona gittim, bi de baktım bizim kabinde sarışın bir kız, bavulunu yerleştiriyo. Bilete tekrar baktım bi yanlışlık yok. Eh o da döndü haliyle, noldu der gibisinden. Biletlere baktık, ikimizi de aynı kabine vermişler. Gidip görevliye sordum, olabilir dedi.

“Hanfendi gendi galacağdıysaa, 4 kişilik bilet alaydı” dedi.

Ben tabi bunu birazcık daha kibarlaştırarak “Adam mümkün olduğunu söylüyor, sanırsam yataklıda da karışık olabiliyormuş ama neden internette o zaman bayan seçeneğini işaretliyorz ben de anlamadım. İsterseniz bir de bilet gişesine soralım, belki değiştirirler” şeklinde ilettim.

Neyse ben geçtim oturdum, kadın küplere bindi. Benim için sorun yok dedi ama yaptıkları saçmalık filan dedi, haklı da. Bu biletini PTT’den almış onlar da kadın erkek sallamadan vermişler.

Ardından kalan 2 yatak için 2 Erkek daha gelince sorun olabileceğini düşünmüş olacak ki görevlilere isyan ederek başka kabine geçti. Allah’tan yer varmış yoksa bizim kabindeki adamın horultusundan kafayı yerdi heralde.

Evet, adam müthiş horluyordu. Trenin en arka, en gürültülü kabininde olmamıza rağmen tren sesini bile bastırdı. Her gürültüde, her mekanda, sandalyede, havalanında orda burda uyuyabilen ben bile uyuyamadım.

Yunus’un bana söylediği (Saraçoğlu stadının olduğu durak, adını hatırlamıyorum) kaçırınca dedim madem Haydarpaşa’dan heybetli bir iniş yapayım. Merdivenlerden inerken “Ulan İstanbul, sen mi büyüksün ben mi büyüğüm” diyeyim. Şakır şakır yağmur yağıyorken pek de heybetli olmuyormuş giriş, onu farkettim. İstanbul büyükmüş, evet. Sus pus indim merdivenlerden.

Elimde kocaman çantam, yağmur, soğuk… Yunus işten çıkana kadar dolaştım, vapura bindim bi yerlere gittim 🙂 Bi cafe’de oturdum kitabımı okudum. Daha sonra Yunusla İTÜ yemekhanesine gittik birşeyler yedik.

O gün dolaştık Taksim’e gittik vs. Ama benim çanta (içindekilerin bir kısmı) ayakkabı mont komple sırılsıklam oldu. Gece 4teki Havaş servisine kadar dolaştık, eve gittik benim kıyafetleri kurutmaya çalıştık, tekrar Taksim’e gitik. Ben o gün 3 kere çorap değiştirdim heralde. Havalanına giderken servise, yola dair hiçbirşey hatırlamıyorum açıkçası. Havalanında da ilk işim ayakkabımı değiştirmek, yürürken foş foş sesler çıkartan spor ayakkabımı torbaya koyup çantaya atmak oldu. Sonra Alper ve Cem’i bulmaya gittim.

Sonraki muhabbetler beni benden aldı. Geleceğini düşünmediğim (pasaport, ajansla geç görüşme, vs. ) ama her işten olduğu gibi bu işten de “balının akıyla sıyrılan” Arda, nam-ı diğer Izzy, Alperenle çıkageldi. Bir anda havalanına Bilkent CS’ten insanlar akın etmeye başladı. Bizimkilerin çoğu birbirinden bihaber olduğu için epey şaşırdılar tabi 🙂

Arda pasaportunu İstanbul’da, Turgut’tan alacakmış. Ama onun bizim Turgut olduğundan haberi yok. Ajanstan Turgut’a vermişler birkaç pasaportu, bunları İstanbul’a götürüver demişler. Bizimki aramış:

“Alo, Turgut Bey merhaba, pasaportum sizdeymiş heralde?”
“Evet bende havalanına getireceğim”
“Tamam o zaman orada görüşürüz”.

Saat 5:00i geçmiştr, rehberle yakında buluşulacaktır ama Turgut gelmemiştir. Bu arada Turgut pasaporta bakmadı mı naptıysa artık bizim Izzy’yi “Pasaport” adıyla telefonuna kaydetmiş, havalanının yolunu tutmuştur. Izzy panik haldedir.

“Alo, Turgut Bey, gelmediniz henüz?”
“Arda Bey geliyorum yarım saate merak etmeyin”.

Turgut gelir…

Arda – “Lan o Turgut Bey sen miydin? Vay a.q. Sen de mi geldin lan?”
Arda – “Çağrı :S ?”
Cem – “Ohaaaa Melih hani sen gelmicektin lan? Ziyaaaa” – Evet azcıcık kızmıştım
Arda – “Olum ben de Facebook’a @Egypt yazmıştım bi geldim bölümün yarısı burda zaten.”
Ben – “İnternet bulur bulmaz Arda’nın iletinin altına ‘@Egypt, too’ yazıyoruz arkadaşlar”, comment olarak.
Birileri – “olum bizim okul komple burda kaç gişi gidiyoruz ya?”

Geziye başlarken başlayan bu ilginçlikler, bir hafta boyunca aralıksız kesintisiz, her daim gülme kopma kırılma ile devam etti.

Ve macera başladı.

11 Kişi, 1 Bir Hafta, Bir Ülke…

5 yorum:

Adsız dedi ki…

bu ikinci sıfattan gitmeden önce haberim olsaydı , suyun altında nefes tutma rekorunuzu geliştirmenize yardımcı olurudm 😀

03 Şubat 2010 23:18

Saygin dedi ki…

Sildim ikinci sıfatı.
Ama gene de merak edenler için ipucu veriyorum:
“Gün doğumunda çölde bindiğimiz uzun boyunlu memeli türü”

Cem memeli deyince de cuk oturdu yalnız ha :))

03 Şubat 2010 23:30

Çağlar dedi ki…

İlk başta kim geliyor kim gelemiyor anlamaya çalıştım yazıdan, iki satır içinde koptu kayış bende. Bıraktım, saldım gitti yazıyı. Artık önümüzdeki yazılara bakacağız. 🙂

04 Şubat 2010 01:01

Saygin dedi ki…

İlk başta kim geliyor kim gelemiyor biz de anlamaya çalıştık =)

04 Şubat 2010 08:51

Horizon dedi ki…

Bence sen Finlandiya’dan sonra Mısır maceralarına ve diğer maceralara yelken açıp onları da yaz 🙂 Sfenks mesela? Anladın sen onu 🙂 Bekliyoruz :))

06 Şubat 2010 13:04

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.