En son ameliyata girmeden önce, yatağımda yatarken yazmıştım buraya. Şimdi de evde, oturma odasına kurduğumuz hasta yatağımdan yazıyorum.
Aslında (annem duysa çok kızacak ama) iyi ki bel fıtığı olmuşum gibi bir cümleyi, kendi kendime bir çok kez kurdum. Bunu yapabildiğime hala şaşıyorum. Çünkü yaşadığım hayatı, istediğim hayatı sorgulamama yol açtı bu olay. Ben neydim ne oldum ne yapıyordum dedirtti kendime. Değer mi? dedirtti. Bunların hepsine geleceğim… Önce ameliyatı anlatayım sizlere.
Ben önceki yazıyı yayınladım, saat 5 gibi gelecek olan doktoru beklerken, saat 3te bilgisayarı kapatmamla doktorun gelmesi bir oldu. Hoppalaa paldır küldür yatırdılar beni sedyeye. Acayip bir varis çorabı giydirdiler. Sırtı dekolteli, yeşil ameliyat elbisemle sedyeye uzandım.
Asansörde beni aşağı indirirlerken hemşire ile hastabakıcıların konuşmalarını dinledim.(Hemşire) – Ya geçen eczaneden aradılar, kiminle görüşüyoruz dediler. Ben de 7. katın en güzel hemşiresiyle dedim.
(Hastabakıcı 1) – Puhahaha neden öyle dedin kız 🙂 Gerçi doğru hani yalan da değil.
(Hastabakıcı 2) – ee onlar ne dedi
(Hemşire) – Dalga geçtiler, artık her aradıklarında soruyolar, 7. katın en güzel hemşiresiyle mi görüşüyoruz diye 🙂 Rezil oldum vallahi billahi Ahmet abi hiç sorma…
Bu diyaloğa dikkat, ameliyattan sonra istemsiz olarak bunlardan bahsedeceğiz 🙂
Daha sonra ameliyat bölümüne girdik, birden cerrah olasım geldi. Ortam süper, ne bağıran çağıran hastalar, ne soğuk sessiz, arada cerrahların ‘neşter’ benzeri seslerinin duyulduğu bi yerdi. Aksine kafalarında kurukafalı bandalar, pembe bantlar olan doktorlar vardı. Anestezistim süper geyik bi adamdı. Yalnız ben tamamen uyumayacağım heralde biraz baygın olacağım diye düşünürken, şu adamlarla iki muhabbet edeyim derken koluma enjekte edilen ilaçla aniden uyuyakaldım. Ya da uyumamış tamamen saçmalamış, yaptıklarımı hatırlamıyor da olabilirim 🙂
Uyandığımı ve odaya getirildiğimi hayal meyal hatırlıyorum. Öncelikle çok üşümüştüm. Titriyordum sanırım, üstümü örtün dedim. Ardından narkozun saçma sapan etkileri başladı 🙂 Öncelikle anneme zaten tanıdığı hemşireyi bir kez daha tanıttım:
-Anneeee, bak bu 7. katın en güzel hemşiresiymiş. Bana en güzel hemşireyi vermişlerrrr!
Tabi bizimkilerin bunu tanıdıklara duyurması sonucu her arayan ‘Hemşirelere mi sarktın lan’ gibi bir cümleyle başladı konuşmaya 🙂
Daha sonra doktorun geldiğini hatırlıyorum, bana fıtığımı getirdiler. Evet belimden kestikleri parçaları ufacık bir kavanoza koymuşlar, al arkadaş bu senin fıtığın diye verdiler elime. Ne alaka bilmiyorum, o ara kitaplığımda finlandiya hatıralarımın olduğu rafı düşündüm. Her gittiğim ülkeden hatıralar var. Doktora (ve anneme elbette) ‘tamammm ben onu koleksiyonuma koyarım hehehehe’ demişm. Ne alakaysa 😀 Tabi hepsi benim fıtık koleksiyonum varmış gibi bir anlam çıkarmışlar 🙂
Daha neler saçmaladım bilmiyorum artık narkozun hatırlamama izin verdikleri bu kadar. Daha sonra çok kötü oldum. Midem bulandı ve kustum. Kusmamla uyanmam bir oldu. Birden aydınlanmış gibi oldum her şey netleşti. O kadar iyi hissettim ki kustuğuma bu kadar sevindiğimi hatırlamıyorum. Ardından arayanların çoğuna telefonu ben açtım. Ameliyat haberim fişek gibi yayılmış olacak ki annemin komşularından Buldan’daki akrabalarımıza, babamın ilkokul arkadaşına kadar telefonlar 2-3 gün susmadı.
Yalnız bir nokta vardı ki beni ameliyat değil az daha o öldürecekti : açlık.
Sabah kan vereceğim için bir gece önce 11den sonra hiç bir şey yememiştim. Daha sonra da ameliyata kadar yemedim. Ameliyattan sonra da 10:30a kadar yemedim… Tam 24 saat aç kaldım. En sonunda gelen o dandik hastane yemeğini sildim süpürdüm.
Daha sonra kritik süreç başladı: saat 12’de yürüteceklerdi beni.
Önce oturdum, daha sonra babamdan destek alarak kalktım. Sırtımda hem dikişlerin acısı, hem bandajın germesi, hem içten ameliyat yaram bir anda bastırdı. Ama ayağa kalktıktan sonra çok hafif bir ağrı kaldı. Obaaaa ben yürüyorum, dağılın ülen diyerek tuvalete doğru koşar adımlarla olmasa da yavaş yavaş yürüyerek gittim. Ama biraz ani ve acele hareket etmiş olacağım ki, başım birden döndü. Gözlerim karardı. Kulaklarım uğuldadı. Aniden bir de ter bastırdı. Gerisin geri ‘tutun beni, tutun beni’ nidalarıyla, bir yandan çişimi dışarı yapmama telaşında, bir yandan bayılmamaya çalışarak toparlandım, yatağa döndüm. Betim benzim sararmış halde tansiyonumu ölçtüler… Düşmüş elbet. O gece daha da fazla zorlamadan yattım uyudum.
Ertesi sabah tekrar bir yürüme girişiminde bulundum, yine tansiyonum düştü. Bu sefer 10dk’da bir yatağı biraz daha kaldırarak neredeyse oturur konuma getirdim. Daha sonra 20 dakika kadar oturdum. Sonra kalkıp koridorda ufak bir tur attım.
Doktorum da o sıralarda geldi. Yapmam gerekenleri, alacağım ilaçları sordu. Her nedense, Şükrü Hoca beni hep fizikçi zannetti. Taaa ilk muayene olduğum zamanlarda Tübitak’ta çalıştığımı, bilgisayar mühendisi olduğumu söylemiştim. Muayene olurken mikrocerrahiyi kuantum parçacıklarına benzeterek anlatmaya çalışmış, siz fizikçiler gibi ifadeler kullanmıştı 🙂 Ameliyattan sonra da ‘Naber Kuantum?’ diyerek yanıma geldi 🙂 Durumu tekrar izah ettim ben bilgisayar mühendisiyim dedim 🙂 Bu sefer de Bill Gates demeye başladı.
O gün, yani ameliyat olduğumun ertesi günü saat 2de hastaneden çıkardılar beni. Sonra hayatımın en güzel tatili başladı :)))
Ertesi yarın.