Aslında baktığın zaman çok dandik görülebilen, fakat şimdiye kadar oynadığım en challenging oyun diyebilirim.
Bilgisayarıma indirdikten sonra 3 gün boyunca bana kafayı yedirten bir oyun Braid. Bir gece yapmam gereken onca şey, çalışmam gereken onca konu varken akşamın 8‘inden gecenin 2:30una kadar oynadığım, oynarken müthiş keyif aldığım güzel bir oyun.
Müzikleri beni benden alan oyun.
Şimdiye kadar üstüne blog yazıları okuduğum, bu kadar derinine indiğim tek oyun.
Bulmaca çözmeye çalışırken kafayı yedirten, lan bu nasıl olacak böyle mümkün değil dedirten bir oyun.
Üstüne bu kadar konuştuğum, blog yazdığım tek oyun =)
Ayrıca bana “ Daha ölmedim ulennn yaşıyorum “ dedirten oyun. Nitekim birkaç gün içinde bitirebildim
ve en önemlisi sanırım şu: kendim bitirebildim.
Oyunun neye benzediğini anlatmak (mümkün değil ama ipucu vermek) için önce bir trailer gösterelim:
Oyunun hikayesi şöyle başlıyor. Güzelim prensese zamanında yamuk yapmış, yaptığı yamuğun da farkında olan Braid adında bir abimiz var. Rüzgarda dalgalanan ceketi, siyah pabuçlarıyla büyük görünen, ama çocuksu bi ifadesi olan dalgalı saçlarıyla Braid, – bir yerlerden hatırlayacağınız üzere – güzeller güzeli prensesi kötü kalpli hain dallama canavardan kurtarmaya çalışıyor.
Evet Super Mario, ya da Prince of Persia geliyor hemen akıllara. Ama bu biraz daha karışık. Oyunun genel yapısı da zaten Super Mario tadında, hopla zıpla, canavaların üzerinden atla, kaleye ulaş, ve şu cümleyi duy:
“The princess is in another castle “
Ama oyunun güzelliği o ki, sadece ilerlemek düşmanları yenmek değil olay, bilmece çözmek. Bütün oyun bilmece çözme üzerine kurulu. Zaten her bölümün sonunda bir puzzle tamamlıyorsunuz. Her bölümde müthiş trickler gizli, oyun epeydir unuttuğum bir şeyi hatırlattı bana: “ farklı düşünmek“.
Klasik yöntemlerle oyunu bitirmenin, ya da “haa bu kesin böyledir “ diyerek ilerlemenin hiçbir anlamı olmuyor. Genelde ilk atladığınız nokta yanlış oluyor. Mesela bir bölümde 2 anahtarla 3 kapı açmanız gerekebilir, ilk atladığınız anahtar yanlış olabilir. Ya da bir başka bölümde geçmişinizi kullanıp oyunu geri sardırmak, bazen oyunu tamamen geri almanız, gelecekte ilerleyebilmek için geçmişe dönmeniz gerekiyor. Eh, farkındayım böyle yazınca çok bir manası olmadı, ama oynayanlar anlayacaktır elbet.
Yani ilk kuralımız olan “Think Differently “ den sonra yeni bir kural daha çıkıyor karşımıza:
“Learn from mistakes “. Oyun süresince okuduğum kitaplardan birinde şöyle bir cümle geçiyordu:
… But if we’ve learned from a mistake and became better for it, shouldn’t we be rewarded for the learning, rather than punished for the mistake?
Basit dandik bir oyun, ama bu noktalar üzerinde düşünülesi çok tatlı şeyler be!
Oyunun en keyif aldığım iki kısmı vardı: birincisi müzikler.
Zaten oyunu bitirdiğim şu an itibariyle geriye yapılacak tek bir şey kaldı, oyunun müziklerini indirmek. Lorrena McKennit tadında şarkılar oyun süresince size eşlik ediyor, fakat bahsettiğim bu oyunu geri alma kısmında müzikler de geri sardırıyor. Müzikleri o kadar güzel ki, geçen gün katıldığım bir sunumun sonunda sıkıldığımda oyunu açıp oynamaya başladım, ama müziksiz o kadar keyifli olmadığına kadar verip kapattım. Ya da bir önceki gün işyerirnde öğle arasında 10 dk oynayayım dedim, ama o da tat vermedi. Şarkıları şöyle sıralayabiliriz:
■”Maenam” by Jami Sieber, from Hidden Sky
■”Undercurrent” by Jami Sieber, from Lush Mechanique
■”The Darkening Ground” by Jami Sieber, from Lush Mechanique
■”Tell It by Heart” by Jami Sieber, from Second Sight
■”Long Past Gone” by Jami Sieber, from Second Sight
■”Downstream” by Shira Kammen, from Music of Waters
■”Lullaby Set” by Shira Kammen and Swan, from Wild Wood
■”Romanesca” by Cheryl Ann Fulton, from The Once and Future Harp
İkinci nokta da prensesi kurtarma kısmı. Evet, her seferinde “ princess is in another castle “. Oyunun sonunda bu şerefe nail oluyorum, sonunda prensesle karşılaştık dedim. (Bu kısım biraz spoiler olabilir). Son bölümde karşıma prenses ve onu kaçıran kötü kalpli dallama çıktı karşıma. Sağ tarafa doğru koşarak kaçmak, engelleri geçmek, zamana karşı yarışmak ve canavarları yenmek zorundasınız. Bütün bu adımları geçerken prenses de size yardım ediyor. Sonuna geliyorsunuz. Prenses bir adım önde. Hani elini uzatsan dokunacaksın prensese. Mışıl mışıl uyuyor, o anda oyun geri sarmaya başlıyor işte. Sana yardım eden, köprüler kuran, canavarları geçmende yardımcı olan prenses, oyun geri sararken bütün bu yaptıklarını sana engel şekline döndürüyor. Mesela daha önce sen geç diye indirdiği köprüyü bu sefer sen geçerken kaldırıyor kahpe !
Oyunun sonunda anlıyosun ki meğer canavar sensin.
Oyun konusunda bir itiraf yapmak istiyorum. Evet çok tıkandığım bir bölüm oldu. Time & Decision bölümünde, 4. kapıda çok zorlandım. Cheat aradım evet çünkü kafayı yemek üzereydim 😀 İlk bakışta aslında hiç de cheat sayılmayacak noktalardan başlayan bir site buldum. Next dedim, bi baktım oyun için cheat aramayın kendiniz oynayın yazıyo! Şok oldum, utandım, yatağın altına girmek istedim =)
Ama işe yaradı, kapattım cheat ekranını, bir sonraki chapterdan devam ettim. Bugün denedim ve geçtim sonunda. Her bölümü kendin düşünerek yaratıcılığını kullanarak tamamlamak insana müthiş haz veriyo.
StarCraft oynasam, ya da herhangi bir tabancayla adam öldürmeli oyun (evet, FPS diye de adlandıranları duymuştum), bu kadar uzun sürekli oynamaz, bu kadar kendimi kaptırmazdım sanırım.
Evet, best game ever diyorum.
Braid!
Not: Oyunun developeri yeni bir oyun daha çıkarmış, artık yaza da onu deneriz…