Etek giymek

İlginç bir adam var televizyonda, yabancı olduğu aşikar. Nereli olduğu hakkında bir fikrim yoktu fakat bugün etek giydiğini görünce İskoç olabileceğine kanaat getirdim =)
Bu sabah yine aynı programa denk geldim. Pazar sabahları nadiren erken kalkıyorum, ama kalktığım zaman ilk yaptığım şey Haber Türk’ü açmak ve bu programı izlemek oluyor.
Etek demişken, konudan saparak ilginç tespitlerimi aktarayım. İlk insanları düşünürsek aslında hepimiz bir zamanlar etek giyiyorduk zannediyorum.

Wikipedia’ya yaptığımız hızlı bir yolculuğa göre aslında evet hepimiz etek giyiyormuşuz. Özellikle Yunanlarla ilgili ilginç kayıtlar mevcut.
Zaten bildiğim kadarıyla bugün hala etek giyen Yunan askerleri var.

Wikipedia’dan bir alıntı:

Trousers first enter recorded history in the 6th century BCE, with the appearance of horse-riding Iranian peoples in Greek ethnography. At this time, not only the Persians, but also allied Central Asian peoples such as the Bactrians, Armenians, and the Tigraxauda Scythians are known to have worn them.[4][5] Trousers are believed to have been worn by both sexes among these early users.[6]

Bir başka ilginç nokta da şu:

“However, they did not wear trousers since they thought them ridiculous”

Yunanlardan bahsediyor.

“Republican Rome viewed the draped clothing of Egypt, Babylon, Greece, and Minoan (Crete) culture as an emblem of civilization and disdained trousers as the mark of barbarians.”

“… the greater warmth provided by trousers led to their adoption.”

Tabi bu kayıtlar hep pantolonun Yunanistan ve Avrupa’da nasıl ortaya çıktığı üzerine, farklı bir bakış açısı. İlk olarak nereden geldiğini nasıl olduğunu bilmiyorum.
Ama bir iddaya göre pantolonu etekle at binmenin zor olduğunu farkeden Orta Asyalılar keşfetmiş.
Şimdi de giyilse olur aslında yazın ferah ferah, oooh. Neyse tepki çekmemek adına etek muhabbetini burada kesiyorum =))
Nitekim konudan epey saptım.

Dönelim müziğe. Hep parça parça ve sonuna denk geldiğim program müthiş keyifli. Adam bırakın şakır şakır Türkçe konuşmayı, deyimler kullanabiliyor espri yapabiliyor, zaman zaman anlayamıyor haliyle, bugün mesela “mahrum” kelimesini kullandı Çanakkaleli bir abimiz. Aşık Mahrumi’yim ben dedi. Bizimkisi anlamadı.Fakat gaza gelmek gibi espriler yapacak kadar Türkçe’ye hakim.

İskoç (olduğunu zannettiğimiz) abimiz sırtında gitarı, Anadolu’yu diyar diyar dolaşıp yerel müzisyenlerle buluşuyor. Bu adamları nasıl ve nereden buluyor hala bilmiyorum. Programı hep parça parça izledim. Bir seferinde Karadeniz kıyılarında, arkada hırçın dalgalar eşliğinde kemençeci bir abimizle yabancı parçalar çaldılar. Başka bir programda Ege sahillerinde bağlama çalan bir ekiple birlikteydiler. İskoç Abimiz de gitarıyla hemen uyum sağlayabiliyor bu arada. Çok yetenekli bir isim kendisi. Bugün daha çok deyişlere, yani benim aslında pek de aşina olmadığım Alevi kültürüne yöneldiler biraz. Deyiş dinlemeyi seviyorum, ama bağlamayı sadece ve sadece bunlarla sınırlandıranlara, ve bağlama çaldığımı her duyanın “Alevilik var mı sende?” demesine de tepkiliyim. Bu konu ayrı bir blog yazısı.
Dönelim İskoç Abimize.

Mesleğimi tekrar seçecek olsam, Bilgisayar Mühendisi olur muydum artık emin değilim.
Bir zamanlar söylediklerimle, keşfetmenin heyecanıyla vs. ile çelişiyor aslında bu söylediklerim.
Ama öyle.
Keşfetmekten kastım meğerse yeni yerler yeni insanlar keşfetmekmiş diyorum. Motivasyonumu biraz biraz kaybediyorum.
Keşfetmekten kasıt bir türküyü çalarken aralara kendim nağmeler serpiştirebilmekmiş. Bunu yeni yeni anlıyorum.

Şu İskoç kadar olamıyorum (etek giyme konusunda değil elbet). Bağlamamı sırtlayıp yollara düşmek benim için bir uçurumdan aşağı bakmak gibi. Nereye gideceğim? Kiminle ne çalacağım?
Dünyada istediğim işi seçecek olsam ya bu adamın yerinde olmak isterdim, ya da Acun Firarda’yı (daha doğrusu Saygın Firarda) yı sunmak. Gezelim Görelim tadında bir program yapmak. Gezmek dolaşmak, dolaştığım yerlerle ilgili uzun, upuzun blog yazıları yazmak. Konserlere çıkmak, sonra akşam dönüp akvaryumumdaki balıkları besleyip kitabımı elime alıp bir yudum çayın keyfini çıkarmak.
Ha öyle müthiş bağlama çalıyor da değilim zaten 🙂 O kısım ayrı bir muallak.

Dinlediğim her türkü ne yapmak istiyorum sorusunu tekrar tekrar beynime kazıyor. Zaman zaman başarısız hissediyorum.
İlkokulda hep sınıf birincisi oldum ben, lisede de başarılıydım. Üniversitede de hep bu çizgiyi sürdürdüm. Şimdi kayıp durumdayım.
Başarısız mı oldum artık? Hedefsizlikten mi kaynaklı bu motivasyon büküklüğüm?
İlkokulda bir üst dönemim, lisede de aynı lisede okuduğum bir arkadaşımla konuştum bugün. Londra’ya gitmişlerdi yıllar önce. Müthiş zeki, çalışkan, basketbolcu vs. Multi-functional dediğim insanlardan birisiydi bu kız da. Onun da benzer hisler içinde olması şaşırttı beni. Bir yandan yalnız olmadığımı farketsem de çıkmazda olduğumu anlamak da bir şeyi değiştirmedi.

Eh, ama artık değiştirecek bir şeyler yapmak lazım.
Hele şu başvurular bir belli olsun.
Etek giymenin vakti geldi de geçiyor.

 

EndiPol, yani Andy Clayburn Paul Dwyer abimizin videolarına siz de bi göz atmak isterseniz: youtube

3 Comments

  1. İnsan hedefsizliğinin farkına vardığında ve bunun kendi kendine değişmeyeceğini gördüğünde, zor olsa da mevcuttakileri bırakıp geleceği düşünmeden yeni bir düzene adım atıyor bence (En azından bende böyle oldu :P) Sen buraya gel, hedeflerden hedef beğenirsin 🙂

  2. Andy Clayburn ikilinin kel olanı. Senin izlediğin Paul Dwyer abidir.
    İkili hayatları kalmadı sanırım. Etekli Pol tek geziyor artık.

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.