Kanada IV – Niagara

Kanada’ya geldik geleli elbette sadece alışveriş yapmadık. İlk macera olarak Niagara’yı seçmiştik kendimize. Daha doğrusu Çağlar Abim seçti =)

Bu gün çok muhteşem bi gündü, çünkü Kanada’daki birçok ilkimize bugün imza attık. Önce Şelaleden sonra piknik yapmak için et almaya “Halal Market”e gittik. İçeri Çağlar abimle ikimiz girerken Seçgin ile Alper’e de zorlu bir görev vermiştik… Teyzeme göz kulak olmak, alışveriş yapmasını engellemek !

Markete girdik, bizim zıpır kuzenin de gösterdiği üzere,
“Aman yavrum oralarda gurbet ellerde yiyememiştir”
“Aman baklavadan mahrum kalmıştır”
“Ülker çikolatayı nasıl da özlemiştir”
“Ete hasret kalmıştır”

dediğimiz şeylerin hemen hepsi markette vardı. Adamlar Arap gibiydiler, pek Paki tipi yoktu ama emin olamadık. Baya bir et, baya da bir tavuk aldık. Arabaya döndük tam yola çıkacaktık ki Seçgin ile Alper’in yüzünden düşen bin parçaydı. Beklenen açıklama nihayet geldi: Teyzem’i kaçırdık Çağlar Abi. Şurada Thrift Store yazan dükkana girdi.

Teyzem ve shopping merakı herkes tarafından bilinse de (daha doğrusu annemin, büyük teyzemin, küçük teyzemin merakı diyelim) Niagara yolunda çok tehlikeli olabilirdi. Hemen bir SWAP takımı kurarak arayışa başladık.

Thrift Store denilen yerler de ikinci el mağazaları. Türkiye’de olmamasına hala bi anlam veremediğim, gayet kullanışlı ucuz süper şeylerin bulunduğu mağazalar. Nitekim teyzemi çabuk bulup dükkandan çıkarma görevini başarıyla yerine getirerek yolumuza devam etmeye başladık.

Yolda bir başka ilk olan benzin pompası ile tanışacaktık =)

Burada (sanırım Amerika’da da böyle) benzinini kendin dolduruyordun. Kredi kartını makinaya takınca pompayı eline al pompala pompalayabildiğine.. Bu arada her ne kadar gurbet ellerde olsak da Hilal Cebeci’nin “pampiş” muhabbetinden uzak değildik. Pampiş’i pompişe çevirdik espriler gırla döndü.

Pompa başında hepimiz önce teker teker, sonra topluca poz verdik 😀 Heralde yanımızdan geçen ya da benzin alan insanlar bize deli, ya da hayatında hiç benzinlik görmemiş gözüyle bakmış olabilirler.

Ben istemeden de olsa “Seksi Pompiş” bakışımı burada keşfetmiş oldum.

Tabi topluca çekilmeyi de ihmal etmedik. Sanıyorum ucunu kaçırdığımız, 10 günün sonunda sayısı 1000’i bulacak olan fotoğraf çılgınlığımız burada başladı.

Yolda Çağlar Abimin kahve alalım mı teklifi üzerine de meşhur Tim Horton Amcanın Yeri ile tanıştık.Tim Horton bunların buz hokeyi oyuncusuymuş. Ama çok sağlam defans oyuncularındanmış. Herkesler de çok severmiş. Hokeyden sonra Tim Horton’s adında kahve dükkanları zinciri açmış.. Bu dükkanlar daha sonra da Kanada’nın Starbucks’ı haline gelmiş. Fiyatlar da Türkiye’deki gibi bir kahveye 10 TL civarında değil. 1 dolar, 2 dolar. Aslında farkettim ki Kanada’daki hemen her şey Türkiye’den daha ucuz.

Hepimiz birer Ice Capp (buzlu kapuçino) aldık. Önümüzdeki 15 gün boyunca yaklaşık her gün bir Ice Capp içtim sanırım. Bazen de çift şekerli çift kremalı Double Double Coffee.

Toronto, Niagara’dan başka yerlerden Kitchener’a dönerken gece yolculuklarımızın uyku açıcısı (daha çok arabayı kullanan Çağlar Abim için) vazgeçilmezimiz Tim Horton amca idi..

Bu arada bu kahve bana inanılmaz bi şekilde Horton Hears a Who filmini anımsattı, her kahve yudumlayışımda o koca fil gözümde canlandı.

Niagara’da arabayı bir yere parkettik, daha sonra şelaleye doğru yürümeye başladık.

Müthiş derecede canlı bir yerdi. Her tarafta cıvıl cıvıl çocuklar, eğlence mekanları, anime karakterleri, korku tünelleri, laser tag salonları, souvenir dükkanları… Millet çılgın gibiydi, bizde kendimizi bu çılgınlığa bıraktık elbet. Önce darth vader amcamızla fotoğraf çekildik. Adamların seslerinin bile robot gibi çıkması muhteşemdi.

Sonunda yürüye yürüye şelalere gelmiştik.

Burada bir çok atraksiyon mevcut. Şelalelerin altına inen bot turu var. Eğer isterseniz helikopterle üstünden kısa bir tur yapabiliyorsunuz. Akşam etrafta kumarhaneler var, gece kulüpleri var. Etrafta piknik yapılacak göl kenarlarında mükemmel parklar var. Süper kosmopolit bi yer, kafalarında acayip sargılarıyla Hint amcalar da var, cıbıl cıbıl gezen Kanadalı güzeller de var, kara çarşaflı müslümanlar da. Tabi buranın vazgeçilmezi olan Asyalıları atlamamak lazım <=)

Biz öncelikli olaran bi bot turuyla gezimize başladık. Tabi ıslanmamak için düttürük yağmurukları geçirdik kafamızdan aşağı. Bota doğru inmeye başladık.

Niagara demişken, kültür mantarlarımız için hemen bir başlık açıyoruz:

Niagara NewYork ve Toronto şehirlerini birbirine bağlıyor. Kanada ile Amerika sınırı yani. Ya da vazgeçtim şuradan okuyuverin:

http://en.wikipedia.org/wiki/Niagara_Falls

Karşısında çakma şelale olan bizim fotoğraf çekildiğimiz yere daha yakındı dolayısıyla çoğu fotoğrafta o var. Amerikanlar hemen çakmasını yapmışlar.

Bot turu muhteşemdi. Şelalenin hemen hemen dibine kadar girdik, üzerimizdeki yağmurluklar sırılsıklam oldu. Sanki su püskürtülen bir bulutun içinde gibiydik. Soluduğun havada bile suyu hissediyordun. Gözlerimi açıp bakamadım, güneş gözlüğü ile şelaleleri yakından izledim. Muhteşem bir manzaraydı. Dolayısıyla, Things ToDo Before I Dıe listeme bir tik daha atmış oldum. Kesinlikle yapılması gereken bir şey.

Bottan çıkınca Seçgin müthiş bir poz yakaladı. Tam gidecekken kendimi Niagara’nın akıntılarına bırakma isteğine kapıldıydım ki — bu poz ortaya çıktı 😀

Tekrar yukarı çıktıktan sonra biraz dürbünle karşı tarafı seyrettik, sonra midemizden sesler gelmeye başladı. Hemen piknik moduna girdik tabi. Niagara’nın biraz daha ilerisinde turistlerin pek bilmediği bir yere götürdü Çağlar Abim bizi. Göl kenarında enfes bir yerdi. Seçgin’i mangalcı başı yaptık. Bizim keratanın bu kadar süper mangal yaktığını bu işten de bu kadar keyif aldığını böylece öğrenmiş oldum. Etler pişerken bir yandan frizbi oynadık, arada iki top attık geldik. Yemek yeyince çaylarımızı da aldık biraz kendimizi göl manzarasına bıraktık. Mükemmeldi.

Gölün adı da Columbia Lake imiş..

Zamanında Ertuğrul Abi’nin bir lafı vardı, Kanada’ya gidip geldikten sonra. Hani taşı toprağı altındır, cennet vatanımızdır deriz deriz de, vatanın cennetliği havasında suyunda, ağacında doğasında değilmiş, altında yatanlardaymış diye. Gidince ister istemez aklımdan geçti bu cümle.

Dönelim Pikniğe

Piknikten sonra şelaleleri gece ışıklı görme zamanıydı. Arabayı tam şelale hizasına parkedip şelalelerin dibinden yürümeye başladık – ki çok yanlış yaptık – deli gibi ıslandık. Sanki yağmur yağmış gibiydi bütün üstümüz başımız. Biraz ilerledikten sonra ışıklandırma gösterilerini izledik, inanılmazdı.

Sonra casino’da şansımızı denemek üzere yola koyulduk.

Tabi kapıda limuzinleri görünce bizi böyle şort tişört alırlar mı bir an şüpheye düşmedik değil, ama hiçbir problem çıkmadı. Hele Çağlar abimin 3 gündür giydiği griye dönmüş Dimes tişörtüyle bile aldılarsa herkesi alabilirler zannedersem 🙂

Önce bir makinada 5 dolar kaybettik, sonra 20 dolarlık bir makınada 22 dolara çıkarıp parayı aldık.

Sonra Çağlar Abim bi taktik denemeyi önerdi. Genelde bunlar 22-23’e kadar çıkarıp sonra düşürüyorlar, 22 yapıp parayı çekip tekrar oynicaz dedi. Ama bizim plan tutmadı, 15e kadar düşünce vazgeçtik =)

Sonra eve dönüş yolunu tuttuk. Kanada’yı sevmiştim, o da beni sevmiş midir bilmem…

Yalnız CMYLMZ misali

“Kanada sen mi büyüksün ben mi büyüğüm” diye sormuştum da, hakkaten büyükmüşsün.

Saygılar.

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.