Eveeet, sonunda gelebildik Torontotonton Torontoron’a.
Şehrin adını her duyduğumda bir Latin müziği ezgisi alıyor beni benden…
Önce atladığımız birkaç notu aktaralım.
Son yazıda Kumarhaneden bashetmiştim, oksijeni atlamışım. Daha önce geceleri insanları dinç tutmak için, uyuklamalarını engellemek için böyle bir şeyi Las Vegas’ta yaptıklarını okumuştum. Fakat hiç hissetmemiştim. Hakikaten müthiş dinç olunuyor içeride, oooh püfür püfür oksijen. Genelde içeride yaşlı teyzeler var onu da atlamışız.
Bir de mangal kısmını çok özet geçmişim bea! Olmamış. Columbia Lake’in güzelliği dillere destan, piknik ise hayli enteresandı bizim için. Yan tarafta mangal üzerinde çaydanlıkla çay demleyen amcalar mı ararsın(elbette Türk), kafası sarıklı Hint dervişlere mi bakarsın, yoksa her zaman görülen Asyalıları mı izlersin bilemem, ama biz göl manzarasına kendimizi bırakmayı tercih ettik.
İnsanlar genelde burada 40 yaşına gelince evi, arabası, kampa gittiği bi station arabası, teknesi müstakil evi vs. oluyor. Göldeki tekneleri gördükçe “Ah ulan, paranın gözü kör olsun” nidaları dilimizden düşmedi elbet.
Gerçi ben ileride bir gün 2 kişilik teknemi alıp dünya turuma çıkacağım için henüz dert etmiyorum, sadece Zuckerbergle kıyaslarsak birazcıcık geç kaldım. Zuck da birazcıcık çakalmış, ben iyilikten de kaybettim zamanında ya, neyse.
Bu arada Asyalılar demişken, bir gün meyve almaya Asyalıların marketine gittik. İçerisi inanılmaz derecede pis kokuyordu. Onu da geçtim, son derece ilginç böcekler, bacaklarıyla satılan derisi yüzülmüş tavuklar, midyeler, kocaman kabuklu deniz canlıları, hayatımda görmediğim meyveler vardı içeride. Bizim Seçospanços ile Kantakuzen Alper kokuya dayanamayıp çıktılar. Ben ise blogum uğruna, siz sevgili okuyucuları bilgilendirmek adına içeride kalıp fotoğraflarımı çektim.



Gelelim günün konusu Toronto’ya. Toronto’da o gün için 3 planımız vardı:
1 – Science Museum (bizim kanadalı kuzen bilim adamı ya, tutturdu gidicez diye =)
2 – CN Tower
3 – Apple Store (aka The Heaven)
ilk 2’si hüsranla başladı güzel bitti diyebilirim. Önce Çağlar Abimin eskiden beridir merak ettiği Science Center denen bir yere gittik. Ammavelakin Teyzem biz genç bilim adamları ile takılmak istemediğinden onu Eaton Center adlı kocaman (hakkaten kocaman) alışveriş merkezine bıraktık. Akşama kadar bir gezsin dolaşsın hevesini alsın dedik. Biz de bilim maceramıza doğru yola koyulduk.
Gider gitmez bir şeylerin ters gittiğini anlamamız uzun sürmedi. Biletleri alınca çevremize bir bakındık ki yaş ortalaması 10 civarıydı. Çok ilginç aletler edevatlar, puzzle’lar, eğlenceli makinalar vardı. Sürüngenler bölümündeki kurbağaları, kertenkeleleri, kaplumbağaları ayrıca çok sevdik. Kağıt uçak yapılan bölümde uçaklarımızı yarıştırdık. Planetaryum’da astronomi gösterisi izledik – ki gerçekten güzeldi. Bir tek küreyi deneyemedik. Hani elini dokundurunca saçların havalanıyor ya, haah işte onun şovunu kaçırdık =) zaten gitmeden epey geyiğini yapmıştık, o alet olmasa olmazdı.

Müzenin sonlarına doğru daha çok eğlendik diyebilirim. Keşke baştaki kısımları biraz daha hızlı geçseymişiz. Gecko denen canlıları hep merak ederdim, canlısını gördüm, yeni sembol olarak kendime Gecko’yu seçtim. Crocodile ile Alligator arasındaki farkı öğrendim. (sır dişlerinde ve çene yapılarında).
Sonra Science Center’dan çıktık, teyzemi de aldık, Toronto’nun en kral kebapçısına gittik =) Türkiye’dekinden bile güzel pideler yedik, lezzeti müthişti. Tabi biz pidelerin tadına varmışken vakit geçti… Daha sonra Apple Store’da da bayağı bir oyalanacaktık. Nitekim CN Tower yalan olacaktı. Ama Apple Store’a değdi diyebilirim =)

Eaton Center adlı alışveriş merkezimizin 2. katındaki güzide Apple Store’u görür görmez aşık oldum. Artık hiç şüphe yoktu ki ben de bir “Apple Freak” olmuştum. Geçen sene hatırlıyorum da, işyerinden Ahmet sormuştu, sadece tek Apple ürünü olan var mı diye, bir tek ben çıkmıştım, Çağlar Abimin aldığı iPhone 3G ile. Bir alan bir daha alıyor demişlerdi de inanmamıştım. Şimdi hak verdim adamlara =)
İçeride herkes güleryüzlü, gayet samimi sıcak davranan insanlar, mavi tişörtlü ablalar abilerimiz var. Hemen buyur dostum nasıl yardımcı olabilirim edasında yaklaşıyorlar. İstersen saatlerce oralardaki Macbook’ları kurcala, dene bir şey demiyorlar. Bu arada belirtmek istiyorum ki, burada girdiğiniz her dükkanda, kasiyerler, ya da satıcılar vs. “How are you today?”, “How is it going?” tarzında sorular soruyorlar. Sanırım bir nevi alışkanlık olmuş. Çoğununki sahte geliyor kulağa, ya da benim sanane diyesim geliyor =) Ama ben Apple Freak olduğumdan mıdır, yoksa hakikaten samimiler midir bilmem, Apple Store’daki arkadaşlar bana çok sıcak geldi =)

Normalde planımız 2 iPhone 4 almak, (biri Seçgin’in üzerine, biri benim üzerime), dönünce 4‘lerden bi tanesini Gittigidiyor’dan satmaktı. Ben yenilerden birini kullanacaktım, eskisini de (3G) Seçgin’e verecektim. Yalnız gel gör ki bizimki bir duygu sömürüsü yaptı, altından kalkamadım.
-Ama abi valla çok istiyorum ben hayatımda en çok beyaz iPhone 4 (dikkat yalnız, beyaz) bir de araba istiyorum başka bişey istemiyorum. Bunu al başka bişey istemiyorum senden. Ben hep senin ikinci el telefonlarını kullandım (küllen yalan, part time işe başladığımda telefon almıştım Seço’ya, Samsung’un yeni çıkan bi ara moda olan dokunmatiklerden). Abi valla bak beyaz iPhone 4 alalım başka bişey istemiyorum.
Ne yapalım, abi yüreciği, el vermedi işte. Aldık gitti.
Bak Seçgin, dedim. Bir telefona 1200 TL para vericez ne yaptığımızın bilincide miyiz, dedim. Diğerini satsak bu yeni alacağımız 700 liraya filan gelmiş olacaktı, diğer türlü 2400 lira içerdeyim.
-Abi valla buraya kadar geldik artık alalım nolur nolur, deyince aldık.
Aldık almasına da, benim kredi kartımın limiti zaten 1000 lira =) o kadar nakit zaten yok. Çağlar Abimin karttan çektirelim, gelince veririz Türkiye’de dedik. Çağlar Abimin kartı da çalışmadı. Sanki ilahi bir güç bize iPhone almayın diyordu. Meğersem Çağlar Abim Toronto civarında inanılmaz harcama yaptığı için (sağolsun bize beş kuruş ödettirmedi, yedirdi içirdi gezdirdi), banka, kartının çalındığını düşünüp bloke etmiş =))) Neyse bankayı aradık açtırdık ama tabi o sırada bizim CN Tower yalan oldu artık. Başka bir gün tekrar gelip çıkmaya karar verdik.
Bu arada Apple Store’da Fatih’in bozuk iPhone 4‘ünü tamire vermeyi denedim, maalesef almadılar, Genius Bar’dan rezervasyon yaptırmak lazımmış. Onu da Ottawa’da 15 dakika içinde ne olduğunu anlamadan yenisi ile değiştireceklerdi, ama o da bir sonraki yazıya.
Apple Store’dan elimizde iki adet beyaz iphone, bir tane Çağlar Abimin arkadaşına iPhone, Çağlar Abimin kendi eski 3GS telefonu, benim eski 3G telefonum, kısacası elimizde 5 tane ayfonla yola koyulduk =) Tabi onları elimde torbada taşımak beni gayet gerdi, biri kapıp kaçacak diye sıkı sıkı tuttum.
Telefon beni maddi açıdan deldi geçti elbet, ama Seço ile aramızdaki buzları eritti =))))
CN Tower’ın yakınlarında bi yerde parka oturup manzaraya kendimizi bıraktık. CN Tower’ın ışıklandırma şovunu izledik. Yakınlarda bir yerde bayraklar dalgalanıyordu, Çağlar abim ile Seçgin arasında şöyle bir konuşma geçti:
-Çağlar Abi, şurda bir gün Türk Bayrağı dalgalandığı zaman işte o zaman Türkiye büyük bir ülke oldu dicem.
-İyi de orda 3 tane bayrak var. Birisi Kanada Bayrağı, diğeri Ontario eyalet bayrağı, diğeri de otelin bayrağı.
-(Seçgin gayet mahçup bir halde, tekrardan acı acı bayraklara kafasını çevirip kıvırmaya çalışarak) haah işte düşün yani o kadar büyük bi ülke olucaz ! =))
Tabi kuleyi izlediğimiz süre boyunca “Şu CN Tower var ya …” gibi espriler yapmayı da ihmal etmedik
En son çimlerde fotoğraf çekilirken kızın biri yanıma gelip telefonumu kullanıp kullanmayacağını sordu. Maalesef benim kapalı olan Aveam çalışmıyordu (çalışsa da al ananı ara diye veremezdim elbet) elimde iki iphone, üçüncüsü cebimde, maalesef benimkiler çalışmıyor, dedim. Pek inandırıcı olmadı, farkındaydım ama hakkaten de çalışmıyordu yani.
Kız ağlaya ağlaya gitti, adamın biriyle kavga etmiş, telefonunu fırlatmış, bir de sanırım yüzüğünü. Çalışmıyormuş telefonu, annesini aramalıymış vs. (Çimlere giderken şöyle göz ucuyla baktım ama bişey bulamadım =) ) Biz çok muhattap olmadan Alper’in ilginç CN Tower pozlarını çekmeye devam ettik.
Eve dönüş yolunda hokey maçı çıkışına yakalandık, yollar çok kalabalıktı. Otobana çıktıktan sonra klasik Tim Horton kahvelerimizi yudumlayarak eve döndük. Eve girdik ki baktık Onur (evinde kaldığımız çocuk) gelmiş. Ama bizim geleceğimizi bilmiyormuş adam. Girmiş bakmış ev biraz temiz, bir ton eşya var. Dışarı çıkıp tekrar kapı numarasına bakmış =) Sonunda kendi evi olduğuna ikna olup girmiş içeri.
Onur’dan biraz bahsedecek olursak. Bu Antepli arkadaşımız zamanında buraya mülteci olarak gelmiş. NewYork’a dil okulu diye giderek oradan Kanada’ya sığınmış. Sonra araba yıkamaya başlamış, şu anda benimle yaşıt, ayda 3000 dolar kazanıyor, Antep’te ev satın almış bu yaz. Ben de gördükçe kendime soruyorum, neden okuyorum diye =)
İngilizcesi bile doğru düzgün olmayan bu adam benim neredeyse iki katım kazanıyor. Eh, Kanada acayip memleket.
Toronto ton ton toron toron… Seni de yendik ama tekrar gelecektik bu güzel, gökdelenli şehre.
Daha CN Tower vardı çıkılacak, güzeller vardı görülecek…
Ha bi de Arda vardı kalınacak.
