Bu aralar bir hedef / hayal / gelecek düşüncesidir aldı beni. Yapmak istediğim onlarca şey var ve gerçekten hiçbiri için zaman yok. Geçenlerde yazdığım Yaz başlıklı yazıdan bahsetmiyorum. Daha genel, daha uzun vadeli planlar.
Hala yüksek lisans & doktora & erasmus gibi çelişkiler içerisindeyim.
Hala bir tez konum yok (ama bu düşünceye yavaş yavaş alışıyorum)
Hala bir yayınım yok, acaba 1. yılında olan bir yüksek lisans öğrencisi için normal midir bilmiyorum. Başta Yüksek Başarımlı Hesaplama ile ilgili işyerinde bir şeyler yaparız ben de makale konferans bir şeylere katkıda bulunurum diyordum olmadı. Görüntü işlemede bir şeyler yapardık diyordum o da olmadı. Belki ileride olur bilemiyorum.
Yazarsam bana katkısı olacak mı onu da bilemiyorum açıkçası. Benimkisi biraz o dünyaya girme merakı. Akademik dünyanın tozunu ucundan koklama isteği. Bugün Cevdet Hoca’dan gelen bir mail doğrultusunda bizim okuldaki doktora öğrencilerinden birinin (aslında en sevdiğim, en kral olan Ata Abi’nin diyelim) bir makalesinin kabul aldığını okudum. Hayatımda hiç makale review’ı görmemiştim, oturdum satır satır okudum ve özendim. Keşke ben de yazabilsem. Bazen yüksek lisans için ya da iş için acele mi ettim diye düşünüyorum. İkisi bir arada, özellikle Bilkent’te pek olmuyor gibi gibi…
Bunları neden yazıyorum, Mızıka ile ne alakası var gibi konulara birazdan geleceğim. Şu anda alakası yok elbet. Bugün bir arkadaşımın(!) blogunu okudum, esasında kimsenin bilmediği bir blog. 2009‘dan başlayarak 2010 başlarına dek okudum. İlk düşündüğüm şey şu oldu: Aslında çok farklı zannettiğimiz, kendimize çok mesafeli bulduğumuz, alakası olmadığını düşündüğümüz insanlarla çok fazla ortak yönümüz var. Okudum ve kendimden bir çok parça buldum. Lise 2’de Birsen hocam vardı, edebiyatçımız. Derdi ki, Edebiyat insanların bildikleri bir şeyi, aslında bilmiyorlarmış gibi anlatmak, yeniden keşfediyorlarmış hissini verebilmek demektir. Ya da buna benzer bir şeydi söylediği, anladınız siz onu. Okurken de böyle hissettim, bu sözü hatırladım, demek ki güzel blog yazmış =)
Kendi bunalımlarımı onun daha önce yaşadıklarıyla bağdaştırdım, kararsızlıkları ile, hayalleri veya olmayan hayalleri ile ilişkilendirdim. Kabul alamadığım ve yaşayamadığım Amerikan Rüyası’nı ve aslında hiç olmayacak ev arkadaşlarımı onun gözünden okudum.
Evet, aslında kim okursa okusun kendinden bir parça bulabilir elbet, ama bugün tam da Mızıka çalmaya karar verdiğim gün yeniden kendimi sorgulamama sebep oldu bu blog. Mızıka çalmalı mıyım diye sordum kendi kendime…
Mızıkaya dönelim… Bugün hangi şarkıydı bilmiyorum, müzik dinlerken mızıka sesi beni benden aldı. Önce bir kaç parça daha dinledim, mızıka içeren. Daha sonra mızıka almaya karar verdim, nasıl çalınır vidyolarını izledim. (uzman.tv’de güzel ilginç adamlar keşfettim). Amazon’dan fiyatlarına baktım. 5 dolar ile 50 dolar arası değişiyor. Bir de nasıl mızıka alınır adında bir yazı okudum, çok ilginç geldi bana. Mızıka’nın bu kadar karmaşık bir alet olduğunun farkında değildim. Do major, 12‘lik set, 15‘lik set, bemol ayarı, dudak dil bağlantısı vs. Zor göründü ama zaten ben yazıları okumadan kararımı vermiştim:
-Challenge Accepted !
Daha sonra aklıma daha da ilginç bir fikir geldi. Şu sıralar bağlama ile manyak denemeler yapıyorum. Game of Thrones’u zaten bildiğinizi zannediyorum. Geçen hafta epey bir vakit Whiskey in the Jar’ı denedim, müthiş oldu kanaatimce. Ama solo kısmını hala çalamıyorum, o kısım zorlayacak gibi. Solo’yu çok da kanırtmayarak bugün “Ferayi” türküme geri döndüm. Sonra da finali “Bahçada Yeşil Çınar” ı çalarak / söylerek yaptım.
(Tekrar) Mızıkaya dönelim… Bağlama ile mızıka nasıl olur adlı bir soru oluştu kafamda. Hemen araştırmaya başladım. 10 yaşlarında Güneş adında bir çocuğun Uzun İnce Bir Yoldayım türküsünü çalışını dinledim, ama iki enstrümanı ayrı ayrı çaldığı için pek bir yorum yapamadım. Sonra bir Fin grubuna denk geldim.
Herifler (iki Finlandiya sokak müzisyeni) Ataturk Band adında bir grup kurmuş, bir bağlama çalıyor diğeri harmonika (mızıka’nın ingilizcesinin Harmonika olduğunu biliyor muydunuz ? ben bilmiyordum vallahi). Hayran kaldım. Adamların Tampere’den olduğunu öğrenince elbette yine Finlandiya hatıralarım depreşti. Youtube’dan bir mail atıp iletişim kurmaya çalıştım. Bir de bağlama ile beraber gidebilecek en uygun mızıkanın hangisi olduğunu sordum. Çünkü epey çeşit, marka, model, özellik varmış bu zımbırtıda. Hohner denen marka çok sağlammış, onu öğrendim. Genelde onu öneriyor insanlar, ama onun da 15-50 dolar gibi bir yelpazesi var. Bana doğum günü hediyesi almayı düşünen arkadaşlara söyleyeyim, ben almamış olursam bana belki alabilirsiniz =))) Sonra bu blog olayı girdi akşam akşam. Ne yapıyorum ben dedim kendi kendime. Çok dağılıyorum.
Bağlama, blog, iPhone programlama, oyun oynama isteği, indirilen fotoğrafçılık kitapları (hayır profesyonel bir makinam yok ama etrafımdaki insanlar İSO’lu MİSO’lu konuşunca imreniyorum, alsam mı diyorum), işyerindeki paylaşımdan indirdiğim Yoga videoları (hayır hiçbirini izlemedim), Game of Thrones kitapları, yüksek lisans çabaları, bel fıtığı için yüzmeye hala gitmemiş olmam, eski arkadaşları ihmal etmeme telaşı (nitekim birini çok etmiş olmalıyım ki, (nişanlanmış, yüzükler takılmış fotoğraflar çekilmiş, taaa ilkokuldan iki arkadaşım. Ki birisi çok samimiydi bir zamanlar) fotoğrafları facebooktan gördüm ancak. Ufacıcık bir sitem mesajı attım, artık heralde düğüne çağırırlar.
Altın da pahalı gerçi ya, neyse =)
Özetle, bir de mızıka çıktı başıma diye düşündüm. Sonra kitaplığımdaki 4 adet 3’ü okunmamış PhD Comics kitaplarına baktım. Bu kitaplara bakmak da hayli ironik geliyor bana. Hem okumam lazım, hem artık tez konularına başlamam lazım diyerek bir pimpirikleniyorum. Sonra da düşünüyorum, neden beni tezde bir yönlendiren yok? Şuradan başla diyen kimse yok ? (Hocam mı? hah doğru ya ben nasıl düşünemedim bunu !).
Bunca şey var, hepsini yapmaya çalışıp bölük pörçük yapıp hiçbirini tam beceremiyorum.
Ama mutluyum yahu. Vallai mutluyum şu sıralar. Yeniden blog yazmak çok iyi geliyor. Yazmak istediğim bir ton şey var kafamda, sanırım not etmeliyim unutuyorum. Mesela dün izlediğim TersYüz adlı TRT programı ile ilgili koca bir yazı yazabilirdim. Çamlıhemşin’den çıkıp istanbula giden arıcı bir amca ile İstanbul’dan Çamlıhemşin’e giden bir avukatın yer değiştirmesi idi olay. Farklılıklar, heyecanlar, hayat şehir vs. Kafamda binbir türlü düşünce uçuştu. En komik kısmı da Karadenizli amcaya sushi yedirmeye çalışmaları oldu =)
Yeniden bağlama kursuna gitmek, akşamları elime alıp bir iki türkü çalmak çok iyi geliyor. Akşamları yürüyüş yapmak çok iyi geliyor. Akşamları yürüyüş yaparken bazı dostlara muhabbet etmek, kendimle muhabbet etmek, bazı güzellere denk gelme ihtimali iyi geliyor =P
Yine de içimde bir parça hedeflerine ulaşamamanın, bir şeyleri sürekli eksik bırakmanın iğnesini batırıyor içime.
Sanırım mızıka alacağım. Ama onu da bir kenarda bırakırım diye korkuyorum…