“Her Geçen Yıl Birer Birer
Masadan Eksiliyor Dostlar”
Zakkum’un değerli üyelerinden Eren Abime mail atmıştım geçenlerde, darmadağın ettin beni diyerek. “Olum o yaşlılar için yazılmış bir şarkı” dedi. Değil aslında. Tampere’ye veda eden son erasmus öğrencilerinden biri olarak, herkesi elimde sümüklü mendillerle uğurlamış biri olarak bazı hisleri yaşamak için illa ki yaşlanmaya gerek yok. Elbetteki bu burada masan kalkıp gidenler ebediyete kavuşmuyorlar, ama uzaklaşıyor herkes. Wiktor’u otobüse bindirirken Lukonmaki durağında hüngür hüngür ağladığımı hala hatırlıyorum. Ulan dedim, belki bu adamı hayatım boyunca bir kere bile göremeyeceğim.
Kasia ile göl kenarında son gece bir saat kadar sarılıp sarılıp ağlaşmıştık. İlk dönem de Marcus, Jerome ve Fabio’yu uğurlarken olmuştu aynı şeyler. Bir Alman, bir Fransız ve bir İtalyan. Temel fıkrası gibi değil mi? Halbuki olaylar gerçek.
Şu sıralar da benzer hisler içindeyim.
“Ezgi var aşağıda ona sorsana”, demişti Ufuk Abi. Geçen sene bu zamanlardı, ya da birkaç ay öncesi. Data Mining dersimin take-home midterm’ini almış, “genre detection” gibi bir konuda araştırma yapmam gerekiyordu. Ezgi Can’ın (Can ismini sonradan öğrendim) meğersem bir bayan olmadığını öğrendiğimde şaşkınlığımı ne kadar gizleyebildim bilmiyorum. Ziya Abinin ahaaa ödevini başkasına yaptırıyo nidaları arasında bazı anahtar kelimeleri öğrenip araştırmaya geri dönmüştüm. O gün deselerdi ki bu metalci adam ile piknikte bağlama çalacaksın, ardından ağzın bir karış açık hayran olacaksın, üstüne cover‘larını dinleyip saygıyla eğileceksin, hayatta inanmazdım beyler. Akvaryum kuracaksın, Ezgi’den aldığın 3 salyangoz 2 ay içerisinde 80 adet olacak, ayıklayamayacaksın =) Habire “Abi bi ara beraber çalıp söyleyelim” diyeceksin ama o bi ara hiç gelmeyecek. Deselerdi ki geçen haftaki yemekte hayatının en değerli tecrübelerini bu adamdan alacaksın, hadi len derdim.
2’li veya 3’lü debug yaptığımız o efsane günlerde Ziya Abi’nin kübiğinden çıkmaz durumda iken, hatta iPad’de bir oyun oynarken de Berker ile tanışmıştım. Bu sıralarda eski maestrom Serdar Abi işyerinden ayrıldı. Epey koydu bana. En çok da hiç belli etmese de kübik arkadaşım Hilal’e koydu sanırım. Bel fıtığında benden engin tecrübelerini esirgemeyen Müge de gitti. Her doğum gününde pastaları kesen Müge. Egzersizleri sakın ihmal etme, ben ediyorum sen etme diyen Müge. Yüzmeye başlaman lazım diyen Müge.
Laser Tag’e gittiğimiz günlerden birinde de bir gün hareketli kıpır kıpır yerinde duramayan çılgın bi adam geldi. Askerdeymiş, ben tanışmamıştım daha önce. Adı Hakan. Bu adamla tuttuk akvaryuma balık aldık, gün geldi salyangozlarımızı paylaştık, gün geldi dolapların altında yengeç aradık. Adam tuttu geldi yengeci için ince ince kestiği karidesleri benimle paylaştı. Klarnet için geldi hoca aradık. Hafız hafız diye seslendiği adamlar arasına ben de girdim, hemde kısa sürede. O da gitti.
Güzin Abla, aşağı labın biricik ablası. Yüzünden gülümsemesi hiç eksik olmamış, ama son zamanlarda gözlerinde hep hüzün dolaşan Güzin Abla. Bugün mazeret iznimi götürüp o sıcacık gülümsemeyle karşılaşamadım, çünkü o da emekliliğini istedi.
Ya da kübiğindeki köpecik fotoğraflarıyla, ilginç oje tasarımlarıyla Sezin =) Onunla da bir çiğköfte gününde tanışmıştık, sonrasında langırt oynamışlığımız vardır.
Bir keresinde laba bağlama getirmiştim, o zamanlar aşağı labdakileri tanımıyorum. Öğle arasında bağlama çalmaya başladım, bir adam geldi. Uzunca boylu, kot pantolon tişört. Dinledi dinledi, bizimle beraber türkü söyledi. Özlem Abla, proje yöneticim hemen önümde, Murat Abi var yan kübikten türkü söylüyor bi yandan. Hepimiz gülüp eğleniyoruz. Bu uzun adam da söylüyor. Sonra öğle arası bitti, o uzun boylu adam da gitti. Kimdi bu biliyo musun dediler? yoo dedim, meğerse Enstitü müdür Uğur Bey imiş. Şimdi o değil müdür.
Özlem Abla? Proje yöneticim? Bütün Tübitak Uzay içerisinde ona Abla deme yetkisine sahip olan bir tek ben vardım, bununla da hala övünebilirim. Ara ara gelip dil çıkaran, binbir surat şekillerine bürünen, şen kahkahası bir kilometreden duyulan Özlem Abla. O da Ankara Üniversitesi’nde şu anda.Çok mutlu. Geçen haftalarda ofisine uğradım, özenmedim desem yalan olur. Uzay’da neler oluyor başlıklı yazım da aslında ondan esinlenerek çıkmıştı.
Ahmet’i hala çözemedim, bambaşka bir insan. Her ne kadar Amerikan aksanı ile Türkçe konuşuyor gibi gelse de bana, tavırları hareketleri her zaman orjinalliğini korusa da, daha fazla tanımaya fırsat bulamadım. O da gitti.
Dün işe başlayalı tam 2 sene geçti. Bu iki senede onlarca insan tanıdım. Fakat “Yeniden yapılanma” sürecinde bir çok insan darmadağın oldu. Nisan’da bizim projemiz de bitiyor, o zamandan sonra kimler kalır onu da bilmiyorum. Ama bir çok insan gider diye tahmin ediyorum. Gerçi o bir çok insan gitmeden biz gideceğiz. Bizim grubu G222’ye taşıyorlar.
G222’ye taşınmak demek de pinpon kraliçemiz Devrim’e ve o şahane çizimlerine, süper tasarımlarına, Kuzey hikayelerine de veda etmek demek. Önümüzdeki iki ay içerisinde daha onlarca insana veda edecek olmak çok koyuyor insana. Murat Abi, o da bizimle taşınmayacak olanlardan biri daha. Bilmiyorum başka kimler. Daha ismini yazmak istediğim onlarca insan var, fakat henüz onların veda yemeğini yapmadık.
Bazılarını hayatım boyunca belki sadece birkaç kere görebilecek olmak da öyle. Ama 3 ay sonra kim nerede hangi ülkede olacak, merak etmeye korkuyorum. Kaldı ki ben bu insanları bir senedir, birkaçını iki senedir tanıyorum. 6 senedir her gününü beraber yaşamış, her anını beraber paylaşmış insanlar var. Onlar ne hissediyorlar, ne yaşıyorlar anlamam mümkün bile değil. Bu güzel adamlarla benim paylaştıklarım, onların yaşadığının onda biri bile değildir belki.
Güzeldi be. Yok istifa ediyor filan değilim, Nisan’da beni de kovmazlarsa muhtemelen bir süre daha devam edebilirim buraya. Ama benim hep yarım parçamın bulunduğu efsane “aşağıdaki lab” bir devrinin sonuna geldi. Her veda yemeğinde bir rakı balık, ya da limitsiz bir fix menü olduğundan, bu şarkı da cuk oturdu konuya işte. Hatta öyle oturdu ki, google’da “rakı” diye arattığımda toplamda 3 kelime konuşmama rağmen aşağı-labın-insanı olduğu için pek bir sevdiğim Tuğrul’un Uzay fotoğrafları çıktı önüme. İşte bu sebeplerden bu yazı Anason kokacak. Ömrüm boyunca playlist’imde ne zaman bunu duysam ilk işyerimi hatırlayacağım. Ve çoğunlukla aşağı labdaki insanları.
Anason kokarken sofralar
Yaşlandırıyor seni aynalar
Her geçen yıl birer birer masadan eksiliyor dostlar.
her fırsatta ağlıyorum biliyorum, bu yazı az biraz daha uzun olsaymış yine ağlayacaktım 🙁
Yazıyı okurken bir yandan da yukarıdaki şarkıyı dinlersen hala ağlayabilirsin =/
Makyajım akar 🙂
Bizim dostluklarımız kısa süreli olmaz Saygın merak etme! Ben insan biriktirenlerdenim. Benim dostlarım kiymetlidir valla billa… bu yüzden ağlamayacağım. Bir Güzin ablanız olduğunu unutmayın yeter… Öpüyorum…