Balkan turumuzun ilk durağı olan Üsküp’te maceramız başladı. Üsküp (Makedoncası ile Skopje) aslında epey eskilere dayanan, bir çok Osmanlı izi taşıyan bir şehir. 1993 yılında Birleşmiş Milletler Makedonya’yı bağımsız bir ülke olarak tanımışlar tanımasına, ama Yunanlar Büyük İskender bizimdir! Makedonya Kuzey Yunanistan’dır! şeklinde isyan edince bu gariban adamlar ülkelerine Makedonya diyememişler. Bunun yerine FYROM demişler (Former Yugoslav Republic of Macedonia). Yani ülke aslında FYROM şekli ile geçiyor. Nitekim Bulgaristan’ın da Makedonya gibi bir bölgesi mevcut.
Makedon adı altında kendini nitelendiren bu ırkın şu anda ne derece var olup olmadığı da şüpheli. Ekşisözlükte bile bi taraflarından uydurma ırk olarak belirtenler var =) Aslında bunu tartışmaya da pek gerek yok. Nitekim hangimiz Orta Asya’dan gelme Türk kanı taşıyoruz sorusunu sormak gibi bir şey kanımca. Zaten toplam 2.000.000 nüfuslu bir ülkeden söz ediyoruz, tartışmaya çok değmez =)
Gezimize THY’nin bir saat gecikmeli uçuşu ile başladık, Alexander The Great havalimanına (TAV’ın yaptırmış olduğu) inişimiz öğleni buldu. Üsküp ile saat farkı bir saat. Bu gezide ben çok bilinçsiz (ki gezideki en bilinçli eleman olduğumu varsayarsak hiç de iç açıcı değil 🙂 ) gezdiğim için bir çok şeyi döndükten sonra öğrendim. Makedonların kiril alfabesi kullandıklarını havalimanına inene kadar bilmiyordum açıkçası. Şok oldum.
Kapıdan çıkmamızla Türkçe konuşan taksiciler arasından Türkçe konuşan bir teyzenin bizi kurtarması bir oldu. Taksicilerin 20 euro çığlıkları arasında teyze bizi gelin gelin diyerek Vardar Express adında bir minibüse sürükledi. Minibüs şoförü de çatır çatır Türkçe konuşuyordu. Yalnız adam 200 deyince biz “Oha” dedik. Meğer 200 dinar kastetmiş =) 3 euro civarı. Hemen Vardar Express’e atladık. Teyzem yıllar önce İstanbul’a göçmüş, akraba ziyaretine dönmüş Makedonya’ya. Kafana’ya gelin mutlaka dedi, ama gitme fırsatımız olmadı. Bu süreç içinde biz mi süper Makedonca konuşuyoruz, yoksam bunlar bizi Üsküp diye Adana’ya filan mı getirdiler diyerek hafif bir kıllanma durumu yaşadık. Gazi Baba‘yı geçip istasyona geldik.
Hostelimiz otobüs istastonuna 5 dakika mesafede idi. Fakat Cem’in yoğun ısrarı üzerine taksiye bindik. Adama adresi gösterdik, şöyle bir konuşma geçti aramızda (Türkçe bilmeyişi bizde bir hayal kırıklığı yarattı elbet =) )
– Do you know this address?
– I know I know. 5 euro. Where is it?
– We don’t know where it is, do you?
– Ok, ok I know.
Böylece bizi bilmediği, kafadan 5 euro dediği adrese doğru sürükleyerek; diğer taksicilere sora sora yürüyerek 5 dakika mesafedeki yolu 15 dakikada buldu. Hostelimize bıraktı. Dürüst olmak gerekirse, Art Hostel biraz hayal kırıklığı idi. Güvenlik yok, süper temiz değil, içeride dolaşan hayvani bir Alakurt misali köpek var. Ama çalışanlar on numaraydı, onu da belirtelim. 8 kişilik oda ayırtmıştım ilk gün için, 6 kişilik oda verdiler bize. Bizden başka Hint asıllı bir ingiliz vardı.
Eşyaları yerleştirdikten sonra biraz uzandık. Ardından aşağı inerek hosteldeki görevli turunculu şirin kıza Turist Info nerede diye sorduk. Kızın
– Tourist Information? :S :/ Hmm
Bakışlarıyla karşılaşınca “Vizontele mi? O ne kidir?” gibi bir sahne canlandı benim gözümde. Haritadan gidilebilecek yerleri gösterdi bizlere, yola koyulduk. Zaten yürüyerek şehir merkezi 10 dakika. Yolda gördüğümüz Türk markalarının sadece ve sadece bir kısmı şunlardı:
Halkbank,
Taç,
Ziraat,
Accessorize,
Koton,
Sarar,
Migros,
Damat Tween,
Altınbaş,
Acıbadem,
Arzum,
Anatolia Kebab, vs.
İlk iş olarak otobüs/tren istasyonuna giderek Kosova’ya otobüs bileti aldık.
iPhone’daki AroundMe uygulamasına baktım, tarihi bir köprü olan Fatih Sultan Mehmet köprüsü yazıyor. Gittik, bir kısmı tadilatta olsa da, arkasındaki binalar tamamen elden geçiyor olsa da güzeldi. Tek problem, köprünün Fatih Sultan Mehmet Köprüsü olmayışı idi =) Genellikle insanlar bu köprüyü Stone Bridge, yani Taş Köprü adıyla biliyorlar. Wikipedia bile köprü ismini benim baktığım şekilde belirtse de sanırım Makedonların bundan haberi yok =) Üsküp’teki iki günümüz boyunca kiminle konuşsak Stone Bridge olarak adlandırdı. Köprü Vardar Nehri üzerine yapılmış. Bazı kaynaklara göre Mimar Sinan yapmış, Wikipediya’ya göre Fatih Sultan Mehmet yaptırmıştır.
Nitekim köprünün üzerinde yazan açıklamalara göre köprü 1421 yılları sırasında II. Murad tarafından restore edilmiş (!). Yani Fatih, henüz Fatih bile olmadan önce. Bilemiyorum, ama bu köprü muhabbetini çok uzattım, geçiyorum.
Buradaki heykelleri, sergileri gezdikten, köprüde bol bol fotoğraf çekildikten sonra bastıran yağmur ile bir balkon altına sığındık. Couchsurfing’den kahve içmeye çağırdığımız Makedon güzelimiz Daniela’yı beklemeye koyulduk. Sonrasında hava biraz daha açtı. Büyük İskender heykeli ile süper ilginç pozlar verdikten, Yahya Kemal Koleji’nin tanıtım standını fotoğrafladıktan sonra Daniela’yı da alarak kahvemizi içmeye koyulduk. Bu noktada tam yarım saat içerisinde bizim gezi planımız komple değişti. Ben Daniela’ya çevirsin diye verdiğim Kosova otobüs biletimi masada unuttuğumu çok daha sonra, otobüs biletlerini Belgrad tren bileti ile değiştirirken farkedecektim =)
Daniela’nın “Kosova’ya gitmeyin” önerisine hepimiz nedense uyduk =) Orada bir şey yok dedi. Ben de hemen ayaküstü internetten bir Belgrad ve Kosova karşılaştırması yapınca Kosova’daki hostele iptal maili attık (nitekim iptal olmadı, parayı çektiler). Belgrad’a tren bileti aldık. Başta da belirttiğim gibi süper spontane, hiçbir şey bilmeden gittiğimiz için planı değiştirmemiz çok da zor olmadı =) Ertesi gün de yine onun önerisi üzerine, hosteldeki görevlinin de tavsiyesini ekleyerek Ohrid adında, göl kıyısındaki bir şehre gitmeye karar verdik. Araba kiralayacaktık (maceralar maceralar) ne olduğunu hiç bilmediğimiz bir şehre gidip hayran kalacaktık. Haydi bakalım dedik.
Yolumuzun hemen üzerinde olan Rabibe Teresa’ya bir Fatiha okumadan geçmedik. Kendisi gençlik yıllarının bir bölümünü Üsküp’te geçirmiş.
Sonrasında Daniela bizi biraz Oldtown’da gezdirdi. Bu kısım tamamen Türk mahallesi olarak biliniyor. Nargileciler, Türkçe isimli dükkanlar. Bir dükkanda Cura ile Kopuz arasında değişik bir enstrüman gördüm, adam orada çalabilse idi alacaktım. Nitekim çalmayı bilmediği için bıraktım. Bunun harici Mado tabelası ile dandik bir dondurmacı ve Baklava dükkanının önünden de geçtik. Karnımız acıkmaya başlamıştı. Daniela’ya akşam buluşmak üzere veda edip otobüs biletlerini değiştirmeye gittik.
Skopje’de, yani Üsküp’te para birimi olarak Dinar kullanıyorlar. Biz gezdiğimiz sırada 65 dinar yaklaşık 1 euroya denk geliyordu. Kosova otobüsüne yaklaşık 5 euro gibi bir rakam ödemiştik. İstasyona geri döndüğümüzde biletleri %10 kesinti ile iade edip Belgrad için tren bileti aldık. Ceplerimi tamamen aradıktan sonra bileti kahve içtiğimiz yerde unuttuğumu farkettim. Alnımdan soğuk terler akarken sadece 5 euro olduğunu farkedince içime serin sular serpildi. Koltuk numaramı bilmeme rağmen (Cem 16, Alper 17, ??, Yunus 19) biletim yanımda olmadığı için iade yapamadım. Kadına derdimizi anlatmak için bir saat İngilizce çırpındık. En sonunda kendi aramızda kadın bizi dövecek filan derken, Belgrad tren bileti için hanımefendi 1200 dinar kelimesini Türkçe söyledi. Ben farketmedim elbet =) Sonrasında Türkçe konujj diyerek beni hafiften azarladı =) Bu ilkti, ama sanıyorum son olmayacaktı. Türkçe’ye döndükten sonra çok daha hızlı biçimde bilet takasını yaparak artık zil çalan midemizi doyurmaya yöneldik.
Daniela’nın tavsiyesi üzerine Ramstore alışveriş merkezinin (ki tek alışveriş merkezi) arkasında Ljuc adında bi lokantaya gittik. Kız iyice tarif etti ama bizim bulmamız biraz zaman aldı. Fiyatlar inanılmaz ucuz, hizmet inanılmaz kaliteliydi. Kiril alfabesini burada söktüm diyebilirim. Şiş tavuk kebap, Skopje Salatası, Değişik Şinitzelimsi bir şey, Makedon Şarabı… Bol bol yedik içtik, üstüne birer tane daha yemek söyledik. Yanında da Skopsko içtik, Makedon birası. Garsondan hesabı istedik, hesap jet hızıyla geldi. Cem’in kredi kartını göstermemizle adamın kartı kapıp bütün parayı Cem’den çekmesi de bir oldu. Cem’e teşekkürlerimizi sunarak lokantadan ayrıldık.
Yol yorgunluğu ve günün gezintisi eklenince gece dışarı çıkmadan biraz uyumaya karar verdik. Hostelde tahminim birkaç saat ölü gibi uyuduk.
Akşam önce 4’ümüz Irish Pub’a gittik, burada yine Skopsko ile Rakija (buraların yerel tekilası adını verdiğim) denerken üzeri süper acayip beyaz peynirli patates kızartmalarımızın tadına doyamadık. Birkaç saat sonra Daniela ve arkadaşı Nina geldiler, muhabbete kaldığımız yerden devam ettik. Makedon insanlarının da Türkler gibi son derece sıcakkanlı ve yardımsever oluşları çok güzeldi. Tombik güzelimiz Nina tam bir Türk dizisi hastası. Bir 15 dakika Yaprak Dökümü, ardından bir 15 dakika Öyle Bir Geçer Zaman ki kritiği yaptıktan sonra kapanışı Hürrem Sultan ile gerçekleştirdik. Bu arada dizileri ben de epey izlemişim onu farkettim =))
Kızların bahsettiğine göre Üsküp’te olup da Türk Dizisi izlememek çok zor. Bizim bir dönemki Brezilya dizi furyasına benziyor. Akşam 6 – 11 arası hangi kanalı açsalar Türk dizisi olduğundan bahsettiler. Nina zaten tam bir Burak Özçivit hastası imiş. Ben o kim diye sorunca Vali Bey cevapları ile tatmin oldum diyelim. Gece 12 gibi Irish Pub’ın hemen yanındaki yere gittik. Burada Cuma akşamları Sırp bir grup sahne alıyormuş. Adamlar inanılmaz çaldılar, inanılmaz söylediler. Gerçekten seslerine de çalgılarına da hayran kaldım. İnanılmaz eğlendik. Gecenin tek kötü yanı dans ettiğim kısa saçlı sarışın Makedon güzelinin Türk olduğumu öğrenmesi ile Thank You diyerek dansı bırakması oldu =) (Sonra neden Türkler I’m Spanish, I’m Italian diyorlar diye kızın millete). Burada Türklerin şekli var ülen derken bütün şeklimiz yerle bil oldu. Keyfimizi bozmadan, geceyi çok da uzatmadan ertesi gün Ohrid’e gideceğimizi de hesaba katarak hostelimize döndük. Aramızdaki en sağlam insan Alper sağolsun, hepimize mukayyet oldu, yolu bulabildik. Gezinin ilerleyen günlerinde olacağı gibi =)
Gezimiz ilk gün sanki 5 gündür buradaymışçasına dolu dolu, yorucu bir biçimde başladı. Sonraki yazı Makedonya ile ilgili biraz kültürel bilgi içerecek, bir de süpriz video yüklüyorum şu anda. Arından sıradaki yazımız Ohrid.
Not: Makedonya’da çirkin bir kız görmedim.
Saygin yazinla alakasi yok amma fotolardaki kirmizi tisortun yakiyor 😀
Teşekkür ederim efenim teveccühünüz =)
ah o kirmizi t-shirt.. baya bi sure ferrari t-shirt u gibi gozukmustu gozume 🙂