Cahil cühelaca başladığımız gezinin ikinci günü, Balkan durağımız Ohrid idi. O sabah hostelde süt ve müsli ile çok çılgın kahvaltımızı yaptık, üstüne Yunus’un annesinin patatesli böreklerinden kalanları ekledik.Patatesli börek demişken, böreklerin hikayesi taa havalanında başlıyor =)) aslında amaç uçağa binmeden karnımız doyurmaktı. Cem ile Alper İş Bankası Lounge’ında karınlarını doyurunca, biz de elimizde Yoğurt kabı ile lounge içerisinde böreklerimizi yemiştik. Dönelim Makedonya’ya.
Hosteldeki Sırp güzelimiz Maja’nın ve bir önceki yazıdan hatırlayacağınız Daniela’nın önerisi üzerine Ohrid’e gitmek için araba kiraladık. Yalnız şimdi düşününce olayda bazı mantıksız noktalar tespit ettim:
1 – Ohrid’e neden gidiyoruz bilmiyor idik. (Ne var, ne yapılır, neresi gezilir).
2 – Navigasyonumuz yoktu, Yunus’un HTC telefonuna güvendik (ki bizi yüzüstü bırakmadı).
3 – Kosova’da ne kaybettiğimizin farkında değildik (hala da değiliz).
4 – Hostelden günübirlik aşırsak mı dediğimiz, sonra sorarak ödünç aldığımız Ohrid gezi kitabı Makedonca idi.
Hakikaten çılgın bir macera bizi bekliyor derken Üsküp’teki te alışveriş merkezinde (Rossman’dı sanırım) Europcar’dan araba kiralamaya karar verdik. Günlük 50 euroydu. Şoför olarak kendimi ve Cem’i yazdırdım. Polo almaya karar verdik. Yalnız kız biraz saftirik olacak ki, kapının önüne İbiza geldi =) Neyse tamam tamam bu da olur diyerek kızcağızı çok zorlamadık. Beyaz İbiza’mıza atladık. Arabayı da gece güvenlik görevlisine teslim edecektik. Biz Cem ile araba kiralama işlerini hallederken Alper ve Yunus da yolda yiyecek içecek bir şeyler almaya markete gittiler. Aslında planımız o gece kalacak hostelimiz olmadığı için (gece otobüs ile Sırbistan’a gidiyorduk) ve eşyaları Hostel’de bırakmaya güvenemediğimiz için çantalarla yolculuk etmekti. Arabayı aldıktan sonra en azından riskli eşyaları arabaya alarak büyük çantaları hostelde bıraktık.
Üsküp’ten Ohrid’e giden yol inanılmaz güzeldi. Her yer yemyeşil, dağ manzaralı, izlemeye doyamayacağımız bir yolculuk oldu. Üsküp’ten çıkana kadar epey bir süre yerel Makedon şarkılarını türkülerini dinledik. Sonrasında sadece 2-3 radyo çekmeye başladı, ve bir tanesi TÜRKÇE idi. Candan Erçetin’den Çapkın’ı, ardından Sertab Erener’i dinleyince hepimizde bir şaşkınlık oldu. Cem’in gezi başında yaptığı “Yerli radyo dinleyelim bari heheh” esprisi de boşa çıkmış oldu =)) Sanırsam bir 3 saat kadar araba kullandım, Ohrid’e kimi zaman düz ovalardan, kimi yerlerde dağları döne döne geldik. Geldik ama, burada ne var ne yok bilmiyor idim. Şehre girmeden önce rastgele bir yerden ana yoldan çıkarak deniz kıyısına doğru sürdüm. Buradaki harika manzaranın birkaç dakika tadını çıkardıktan sonra yola devam ettik. Otobana hiç benzemeyen otobanlara her girişimizde 20 dinar para vermemiz, bu her 20 dinarın da 15’er dakikada bir oluşu tabi ara ara canımıza tak etti.
Girdiğimiz ara sokaklardan birinde tam geçecekken taksiden iki kız indi. Kızlara Turist Info var mı buralarda diyerek muhabbete girdim. Kız önce biraz ingilizce kullanmakta zorlandı, tarif edemedi, yandakine sordu filan. Bu arada ben bizimkilere dönerek “Taksiciye mi sorsaydık acaba?” dedim. Kız birden bana dönerek “Türkçe konuşsana?” dedi. Tabi az biraz aksan farkı ile. Biz başladık gülmeye =)) Sağolsunlar gayet güzel tarif ettiler, teşekkür ettik. Kızın en sonunda “Görüşürüz” yerine “Görüşelim” gibi bir kelime kullanması da yüzlerimize ayrı birer gülümseme oturttu elbet. Makedon kızları gözümüzde bir puan daha artmıştı. En sonunda şehir merkezine gelebildik.
Turist Info’daki iki kişi bize epey yardımcı oldular. Zaten gezilebilecek epey büyük bir Old Town var, kale içerisinde. Göl kenarında. İnanılmaz bir yere benziyordu fotoğraflarda. Her birimiz kartpostallık fotoğraflar çekildik. Burada öğrendim ki, Ayasofya sadece bizim İstanbul’daki kilisenin adı değilmiş. Antik dönemlerde her kentin (ya da uygarlığın diyeyim) büyük ve görkemli bir kilisesi olurmuş. Ve buna Ayasofya adı verilirmiş. Ohrid’deki kilisenin adı da Setan Sophia idi. Mesela antik dönemin önemli kentlerinden biri olan Trabzon’daki kiliseye dahi Sophia adı veriliyor imiş. Sophia = Bilge.
Bunları nereden öğrendik? 23 Nisan dolayısıyla olsa gerek, etraf onlarca Türk turu kaynıyordu. Hemen önümüzdeki Çorlu grubu sağolsun, Ohrid ile ilgili epey bilgi edindik. Kalenin hemen girişinde solda bulunan bu Setan Sophia’nın da ilginç bir hikayesi vardı. Eskiden şehre gelenler hemen şehire alınmazlarmış. Bir ay kadar süreyle burada bekletilirlermiş ki şehre bulaşıcı hastalık girmesin. Ayrıca han olarak da kullanılmış zamanında.
Şehrin dar sokaklarında gezinirken bir de el yapımı kağıt atölyesine rastladık:
Ohrid’de çevresinde evlerin olduğu muhteşem kalenin epey tepelerine kadar geldik. Onlarca fotoğraf çektik. Bizimkilerin üşengeçliği üzerine Makedon bayrağının dalgalandığı kaleye çıkmadık. İnanılmaz şahanelikte bir göl manzarasıyla, kıyıdaki tepelerden dolanarak çevremizde fotoğraf çektiren onlarca tur gezgini eşliğinde Ohrid’i gördük. Hafif çiseşeyen yağmur sonrasında oluşan gökkuşağı da keyfimize keyif kattı. Onlarca, yüzlerce fotoğraf çektik. Buraları anlatmaya kelimeler yetmez, fotoğrafları da yansıtabildiğimce koyuyorum buraya:
Çikolatalı ve Çilekli patlamış mısır.
Yine de gezdiğimiz gördüğümüz yerler bize yetti. Ben yine buradan kartpostallarımı aldım, magnetimi çantama koydum. Güzel hatıralarla buradan ayrıldık, yolda bir benzinlikte durup böreklerin kalanını ve marketten aldığımız abur cuburları, meyveleri yedik. Arabayı yine ben kullandım. Aslında müthiş yorulmuştum, giderken ve dönerken bizimkiler arabada epey uyudular. Dönüşte 10 dakika kala uykuya pes ederek direksiyonu Cem’e devrettim. Seat İbiza ile ilgili izlenimlerim de gayet olumlu oldu. Akşam 9 civarı Üsküp’e geri dönmüştük. Benim kafamı kaldıracak halim yoktu. Alper de keza yorgundu. Yunus ve Cem Old Town’a bir şeyler içip harika peynirli patateslerden yemek üzere yola koyulurlarken biz arabada kıvrıldık. Tam 3 saat uyumuşuz, 12:30’da kendiliğimizden uyandık. Bizimkiler de zaten arabaya geri dönüyorlarmış. Alperle 2000 dinar gibi bir paraya depoyu full’eyerek hostelde kalan çantaları almaya gittik. Bizimkilerle de orada buluştuk. Europcar kapalı olacağı için alışveriş merkezinin güvenlikçisine arabayı bırakacaktık. Güvenlik görevlisi İngilizce bilmiyordu. Aramızda şöyle bişeyler geçti
– ASdaera asd lamsdka daksndasd ? (Makedonca)
– I can’t speak your language. The girl told us to leave the car here. Here are the keys
– Makedonski ?
– Türkçe ?
– (Gülümseme)
Maalesef adamımız bilmiyordu, ama işaret dili ile anlaştık,
Ohrid gezimiz böylece sonra ererken Belgrad otobüsümüze doğru yola koyulduk.
Cok guzel anlatmışsın saygıncığım bizlerde sizin yanınızda oralara gitmiş olduk teşekkürler
Yediğim içtiğim benim oldu, kalanını anlattım işte elimden geldiğince =)