Paris Günlükleri VI – Oryantasyon (II)

Kaptan’ın Seyir Defteri
Kayıt 0006
03.10
Oryantasyon

İnsanlar benim burada çılgınlar gibi eğlendiğimi zannediyorlar. Eh madem öyle o zaman o tarz günlerden birini anlatalım. Ama öncesinde oryantasyonu bitirelim. Bu Lyon olayından sonra yazılarım daha ilginçleşeek. Her günün, istisnasız her günüm şunu bloga yazmalıyım bunu anlatmalıyım diyerek geçiyor, ama hakikaten vaktim sınırlı. Zaten bu yazıları da genellikle son derece sıkıcı Software Methodologies dersinde yazıyorum =)

Çarşamba akşamı sanırım Lyon’da geçirdiğim en eğlenceli en güzel akşamlardan birisiydi. Çarşamba öğleden sonra şehri gezmiştik, akşam ise eğlenme zamanıydı. Lyon Fransa’nın gastronomik başkenti olarak geçiyor. Burada Fransız mutfağının eşsiz lezzetlerini tatmaya başladık. Lyon’da Bouchon adında Fransız restorantları var. Yediğim şeyin adını hatırlamıyorum, ama bir tavuk yedim ki hayatımda yediğim en lezzetli sosa sahipti. Yemekte multi-kültürel sohbetimize devam ettik =)) Bu arada masada olup da şarap veya bira içmeyen bir tek Ahmed vardı (bir başka Mısırlı) Brian tutup adamın üzerine yanlışlıkla yarım şişe şarap döktü. Sonra tabi ki milyonlarca defa özür diledi, tişörtleri değiştirmeyi bile önerdi. Ahmed çok anlayışlı sevimli bi adam, elbette bir şey demedi.

Perşembe sabahı yine okulda koordinatörümüz Delphine ile buluştuk. Ben para konusunda artık epey stres olmaya başladığım için bugün benim için altın gün olacaktı. 750 euro nakit para vereceklerdi bize. Uzun bir sıranın ardından pasaportlarımızı  göstererek paramızı aldık. Kuyruk beklerken Carlos’un Venezuella’daki hikayeleriyle eğlendik. Venezuella’da insanlar büyük miktarda nakitle birlikte dışarı çıktıklarında banka görevlilerinin dışarıdaki adamlarına haber verdiklerini, bu yüzden hiçbir zaman bankadan yüksek miktarda parayla çıkmanın güvenli olmadığını anlattı. Onlarca tanıdığı banka dışında silah çekilip soyulmuş. Bir keresinde 6.000 euro gibi bir para çekecekmiş bizim eleman, parayı aldıktan sonra tuvalete gitmiş, tişörtünü değiştirmiş. güneş gözlüklerini geçirmiş vs. Ardından arkadaşlarını aramış, etrafta gözcülük eden 6-7 arkadaşı eşliğinde ‘clear’ komutunu aldıktan sonra arabasına atlamış, tam gaz eve gitmiş. Bunun gibi olaylar çok normal oluyor dedi. Bir de sanırım Burundanga ya da Budundanga adında bir bitkiden bahsetti. Birkaç yıl önce insanları bu bitkiyle uyuşturup birkaç saatliğine zombiye çevirebiliyorlarmış. Sokakta bedava dağıtılan kalemler, ya da ilanlar… Deriyle temas etttiği anda etkisini gösteren bu bitki yüzünden epey zarar gören, soyulan, tecavüze uğrayan insanlar olmuş. Şimdi ama herkes olayın farkında, bundan faydalananlar da azaldı dedi.

Bankadan paralarımızı aldıktan sonra bikaç saat boşluğumuz vardı, ardından programdaki diğer hocalarla tanışacaktık. Bu sırada Lyon 2 üniversitesinde öğleyin bir şeyler atıştırdık, paramın azalmasının verdiği stres kaybolmuş, yerini tamamiyle çok para taşımanın verdiği strese bırakmıştı. Bu parayla ne kadar idare etmem gerektiğini de bilmiyordum, banka kartım ne zaman gelecekti, internet şifrem ne zaman belli olacaktı. Bunları hesap edip iktisatlı davrandığım çok iyi oldu, nitekim meşhur Fransız bürokrasisi ile çok yakında acı bir şekilde tanışacaktım.
Biraz etrafta dolanıp okula döndük, profesörler okuldaydılar, İtalya’dan, Paris’ten, Nantes’dan, Lyon’dan, Barcelona’dan, Bükreş’ten… Hepsi kendilerini tanıttılar. Benim mülakatımı yapan kel amca, Tomas Aluja’yı yüzyüze görme fırsatı buldum. İtalyan Lorenza’nın müthiş aksanını duyunca yüzümdeki gülümsemeyi engelleyemedim. Biraz kekeme olan, sürekli espri yapma telaşındaki Paris’teki hocamız Ganascia programın Paris kısmını anlattı. Adam programdaki en sağlam okuldan gelmiş olmanın özgüvenini her kelimesinde yansıttı neredeyse. (http://www.timeshighereducation.co.uk/world-university-rankings/2012-13/world-ranking/institution/universite-pierre-et-marie-curie)

(Bu fotoğrafı Les Internationaux de l’UPMC grubundan aldım, kampsümün fotoğrafı. Kendi çektikerim de var, ilerki postlarda)

Akşam olmadan önce herkes odalarına gidip hazırlandı. Ben de getirdiğim son 3. tişörtümü giydim =) Sırada profesörlerle, koordinatörle ve eski öğrencilerle vereceğimiz kokteyl vardı. Kokteyl’e Lukas ile beraber gittik. Bu arada Lukas da tam kafa insanlardan birisiydi, haydi dışarı çıkıp bir şeyler içelim diyebileceğim, keyifle muhabbet edebileceğim bir insandı. Ama gel gör ki o da Nantes’a gidecekti. Hayatımda bu kadar sporu birarada yapabilen, 17 kere bir tarafları alçıya alınmış, dağcı kampçı bir adam görmemiştim. Okula gidene epey muhabbet ettik. O anda farkettim ki herkesin programdan farklı beklentileri vardı. Lukas matematikçiydi, programlama ve data mining açısından kendini geliştirmeyi umuyordu, ben biraz daha kültürel açıdan yaklaşsam da artık gelecek işimin bu olmasına hemen hemen karar verdiğimden (bağlama ile ilgili bir şeyler yapmazsam) ben de gayet ciddiydim aslında. Nitekim dersler açısından birkaç haftaya kalmadan hayal kırıklığına uğrayacaktım.

Lukas’ı kıskandığım tek nokta buraya arabaya atlayıp gelmesi oldu. İlk göz ağrım, iki sene her ay tıkır tıkır taksitlerini ödediğim Düldülüm Astram’ı Ankara’da bırakmış, buraya gelmiştim. (Şimdi trottinette denen bir şeye biniyorum işte…) Valla arabamı kullanmayı ne kadar özledim anlatamam. Şimdi Seçgin tüp taktırmış 😀 üstüne yadigar’ıma çarpmışlar, elleri kırılsın =) Adam gitarını, bavulunu, çadırını atmış arabasına gelmiş. Türk olmak, yurtdışında Türk olmak her zaman için dezavantaj diye bir kez daha içimden geçirdim. (Paranın gözü kör olsun da ikinci iç geçirişim oldu). Bu anda öğrendim ki Paris’te 550 euro olan öğrenci yurtları (benim ev 750) Nantes’da 150, Lyon’da 250 euro idi. Yuh dedim, farka bakar mısınız? İnanılmaz bir uçurum var ikisi arasında. Hem bütün cool adamların (Lukas, Carlos, Brian, Mark etc.) Lyon’da kalacak olması, hem benim evimle arasında 500 euro gibi bir uçurum olması… Ulannnn dedim kendime. Neyse dedim, Eiffel var, teselli ikramiyesi olarak.

Sol üstte Hana (Bosna Hersek), Diego (Arjantin), Ahmed (Mısır), Lukas (Slovakya), Martin (Makedonya), Boris (Çin), Gaurav (Hindistan), Jose(Meksika), Bendeniz, Jaume (Katalunya), Grigory (Rusya), Sandra (Karadağ)

Mulu (Etiyopya), Lin (Tayland), Shalini (Hindistan),

En alt sıra Sandra (Polonya), Yusra (Mısır, Myriam (Meksika), Mark (Danimarka), Carlos (Venezuella), Diana (Romania), Punyavee (Tayland)

(Üstteki listeye ek olarak + Brian)

Bu resimde Hana, Martin, Diana ve Diego geçen seneden gelen öğrenciler. Akşam boyunca bize bir sürü şey anlattılar, özellikle Hana ve Martin Paris ile ilgili inanılmaz pratik bilgiler verdiler, hatta biraz gözümüzü de korkuttular derslerle ilgili. Ne kadar zor olabilir ki ya hallederiz diyordum, öyle olmayacaktı. Şu anda bu günün üzerinden tam bir ay geçmiş, dersler ne beklediğim gibi, ne de ben istediğim başarıyı ve motivasyonu gösterebiliyorum.

Bosna Hersekli güzel kızımız Hana bize epey tavsiyelerde bulundu, özellikle okul ile ilgili, kampüsle ilgili. Martin de bisiklet kullanımıyla ilgili neler yapabileceğimi anlattı bana. Bu iki Balkan insanı, geçen sene bütün bir yılı Paris’te geçirmiş, şimdi de Barcelona’ya gidiyorlardı. Tomas Aluja da etrafındaki bütün Barcelona öğrencilerini toplayarak kısa bir intro yaptı. Bize gelince, Lorenza, İtalyan Hocamızın çok da yumuşak olmayan bir tipi var =) Yanına tanışmaya gitmeden önce birkaç bir şeyler içmem gerekti =) Kokteyl sonunda gidip yanına ‘Selaaam ben seneye öğrenciniz olucam’ demiştim ki kadın elimi sıkıp gitmem lazım görüşürüz deyip ayrıldı 😀 Aslında yeri gelmişken hocaların fotoğraflarını gösterebiliriz: http://www.em-dmkm.eu/26-EN-Coordinators_and_partners

Kokteyl çok harikaydı. Gelen kanepeler içinden yemek seçme faslımız çok eğlenceliydi mesela. Jaume balık eti yemiyodu. Gauravdana eti yemiyodu. Ben domuz eti yemiyodum. Genelde meksikalı Jose’ye gelen etleri seçtirip hangisinden yememiz gerektiğine karar veriyorduk. Somon kanepeler inanılmazdı. Gaurav’a neden et yemediklerini, hatta hiç mi et yemediğini sordum. Gelen cevap aslında son derece ilgimi çekti. Hindistan’da eğer bir hayvanın sütünü içtiysen onun etini yemiyormuşsun. Mesela bizim eleman hiç keçi sütü içmemiş, bu yüzden keçi eti yiyebiliyor. Yani dedim, hiç dana sütü içmemiş olsaydın hayatın boyunca, dana eti yiyebilecek miydin dedim, Hindu inancına göre evet dedi. Bilmiyordum. Anne sütünü içiyoruz, ve anne bizim için nasıl kutsalsa, sütünü içtiğimiz hayvan da bir şekilde kutsal oluyor dedi.

(Jose, Ben, Gaurav, Grigory)

Kokteylin sonuna doğru bir yerlere gitmeye karar verdik, Diana’nın Cezayirli bir arkadaşı vardı, onun evinde hep beraber toplanacak, bir şeyler içip eğlenecektik. Burada ekibin bir kısmı dağıldı. Daha çok zıpırlar parti modundakiler geldiler. Ash adındaki, fakat party boy olduğu her halinden belli, club girişlerinde tanıdıkları olan bu eleman bizi evinden ağırladı, inanılmaz eğlendik. Oyunlar oynadık, muhabbet ettik güldük, dans ettik. Hana ile Balkan gezimden hatıraları paylaştım, bana gidilip görülecek bir milyon yer daha önerdi. Bouchra (Büşra diye okunuyo bir tek ‘r’ harfi fransız ‘r’si) adlı Faslı bir kızla tanıştım, sanırım şimdiye kadar Fransa’da gördüğüm en güzel kızdı. Lukas bana gazı verdi, git kıza yaz diye. Yalnız ufak birkaç problem vardı, birincisi benden epey uzaktı, ikincisi de tek kelime ingilizce bilmiyordu =) Brian ile Salsa yapmaya çalışmaları da geceye renk katan bir başka ayrıntıydı elbet. Bu arada kafayı bulan Mulu, Carlos’u taklit edercesine kalça sallamaya çalışınca Carlos tarafından bir ders vermek şart olmuştu artık.

Gecenin ilerleyen saatlerinde Lyon’da nehir kenarına indik, burada ufak gemileri gece kulübüne çevirmişlerdi. Müzik çok dandikti, iğrençti ama bir sene sadece ekrandan göreceğim bu insanlarla son gecem diyerek 4’e kadar eğlendim. Millet daha geceye devam ederken Lukas ile otele dönme kararı aldık… Zaten ikimiz de hemfikirdik ki, bu saate kadar sadece birbirimizi bir sene boyunca göremeyeceğimiz için kalmıştık. Bir hafta içinde hakikaten çok güzel kaynaşmış, çok şey paylaşmıştık. Birbirimizin hayatından haberdar olmuş, akla gelebilecek her konuyla ilgili derin tartışmalara girmiştik. Lukasla taksiyle döndüğümüz o yarım saatte sanırım ikimizin de kafasından bunlar geçiyordu. Bütün dönemin, ya da senenin böyle geçmeyeceğini nedense garip biçimde hissediyordum, o yüzden bu hatıraları gecenin bir körü tek tek not aldım ufak seyahat defterime. Bilmediğim ise böyle günleri mumla arayacağımdı. Ya da Lukas gibi elemanları mumla arayacağımdı. (Lukas, if you are reading this, I miss you wingman =) ).

Ertesi gün herkes eşyalarını toplayıp ayrıldı. Lin, Myriam, Sandra ve ben kaldık. Bir de Lyon’dakiler. Kızlarla Lyon’daki parka bir kez daha gittik, hava muhteşemdi, bütün gün yürüdük. Parkta onlarca fotoğraf çekildik (aşağıya ekledim bir kısmını) yeşillikler içinde dolandık, Zürafalar gördük. Parktaki banklardan birinde ben 15-20 dk kestirdim zannediyorum =) Lyon’un meşhur bir kukla tiyatrosu varmış, onunla ilgili bilgiler edindik. Minyatür müzesi adında bir müze bulduk, hakikaten gördüğüm en şahane şeylerden biriydi (bu aşağıdaki resimler aslında çok küçük, sonuncusunda fotoğrafı çeken kafamı dahi görebilirsiniz camdan):

Akşam da Jaume’da kaldım. Kalacak bir yerim yoktu, couchsurfing’e gitmek istemedim nedense, o kadar referansım vardı yazdıklarımın hepsi olumsuz dönüş yaptı (ya da hiç dönmedi) ben de Jaume’ya sordum sende kalabilir miyim diye. Garibim onun da bi tane odası var, yere battaniye sardık o gece yerde uyudum =) Ertesi gün de trene binip Paris’e geri dönüş yoluna başladım.

Daha fazla Lyon gezisini uzatmıyorum, Paris Günlükleri’nde artık Paris’ten bahsetmemizin vakti geldi sanıyorum.

6 Comments

    1. Şimdi youtube’da belirli bir profilimiz var, konser kayıtlarımız var, araya böyle lüzumsuz kayıtlar girmesin diye öyle yaptım =)

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.