Orhan Pamuk hayranı değilim, sadece Masumiyet Müzesi, ve Kar romanlarını okudum. İkisinde de aman aman etkilenmedim. Kitapların ikisinde de zaman zaman sıkıldım. Özellikle Masumiyet Müzesi’nde bitmek bilmeyen 8 yıl. Yok adam safi aşk duyuyormuş, yok maddiyattan, beklentiden uzakmış zırvalarına girmeyeceğim. Ben bu kadar sevsem, bunun hem bin katını yapar, hem bu derece saplantı ve hastalık haline getirmez, ve herhalde çok çok çok daha güzel anlatırdım. Fakat belirtmek istediğim 3 nokta var :
1 – İlk Cümle : Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.
2 – Son Cümle : Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım.
3 – Müze.
İlk cümle, belki ilk 10 sayfa benim için her zaman hayati önem taşır. Kendi kitabımı yazma denemelerimde de buna çok dikkat eder oldum. Hala 25 sayfayı geçememiş olmam biraz da bu yüzden. Yeni Hayat’ı okumadım, ama şöyle başlar kitap : “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti”. Orhan Pamuk’u değerlendirmek için erken, Yeni Hayat, Kara Kitap ve Benim Adım Kırmızı’yı da okumam lazım. Hepsinin de vurucu bir ilk cümleleri var. Zaten Pamuk’un kendisi de şöyle demiş : “Bir kitabın ilk cümlesi benim için önemlidir. çok düşünürüm. ilk cümle kitabın bütün ruhunu, gideceği yolu, okura vereceği ruh hallerini sezdirmelidir. kitabın adını, ilk cümlesini, son cümlesinin ne olacağını yıllarca not tutar düşünürüm.”
Ben bir ölüyüm /Benim Adım Kırmızı-Orhan Pamuk
Ben hasta bir adamım / Yer Altından Notlar-Dostoyevski
Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı / Zamanın Manzarası-Mehmet Eroğlu
Çok güzel bir dündü / Saygın’ın Yarım Yazılmış Hikayesi
Evet, olur da bir gün yazarsam, hikaye hakikaten de böyle başlamıştı. Finlandiya kitabımın da ilk cümlesini buldum, ama onu buraya yazmıyorum. Olur da bir gün biterse, biter de bir gün bastırabilirsem, bastırırsam da bir gün okursanız belki o zaman. Hah, ne diyorduk? ilk cümle…
Masumiyet Müzesi’ne başlarken ilk cümleyi okur okumaz bir saniye durdum, “oha” dedim kendi kendime. Çok sade, çok güzel, çok kendinde. Bu biraz da Türkçe’nin güzelliğinden kaynaklı. “Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum”. İngilizce’ye, Fransızca’ya çevirsen bu cümleyi, aynı etkiyi vermez. “Anıymış”. Miş’li geçmiş zaman ne kadar güzel değil mi? İşte Masumiyet Müzesi’nin girişinde, Çukurcuma yokuşunun ortasındaki evin 1. katında da bu cümle yazılı duvarda.Kitabın son cümlesi de, Orhan Pamuk’un el yazısıyla, 3. katta duruyor : (spoiler olur mu bilmem ama) “Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım”.
Fotoğraf çekmek yasak, ben yine de dayanamadım, telefonumla gizli gizli çektim biraz. Zaten çaktırmadan sinir stres çekmeye çalışınca da bir çoğu bulanık çıktı. Artık buraya koyduklarımla idare edin. İlk cümle, son cümleden sonra gelelim müze kısmına.
Kitabı sevemedim. Daha doğrusu, böyle vurucu girişi olan bir kitaptan, çok daha güzel bir anlatım, çok daha güzel bir kurgu beklerdim. Boğuldum, bunaldım okurken. Ama müze şahaneydi bence. Louvre’da bile bu kadar etkilendiğim hatırlamıyorum. Hayır abartmıyorum, 24 saat ayırsanız bitiremeyeceğiniz o eşşşek kadar müzede bu kadar duygulanmadım ben. Kitabı aldıysanız, en sonundaki damga kısmına ufak kelebek damganızı bastırarak ücretsiz girebiliyorsunuz müzeye. Kitabı Aybike’ye verdim, fotoğrafını koyamıyorum, ama şuradaki link‘ten bakabilirsiniz. Girişte bir sessizlik. Güvenlik görevlileri bile fısıltıyla konuşuyorlar. Sanki eşyalar kırılacakmış, incinecekmiş gibi. İçerideki ziyaretçiler de öyle. Telefonla konuşmak yasak, hatta yüksek sesle konuşmak da yasak. Orhan Pamuk’un ilk cümleleri gibi, girişteki izmaritler tokat gibi çarpıyor yüzünüze.
Giriş katında Füsun’un içtiği 4215 (yanlış hatırlamıyorsam) adet sigara izmariti duruyor. Kemal’in tek tek topladığı, ruj izleri olan, altlarında hatıraları ve tarihleri yazılı 4000küsür sigara izmariti. (Bence hepsi değil de bir kısmı sergilenmiş sanırım, saymadım 🙂 ). Bu hastalıklı sevgiye hayran oluyorsunuz. Altlarında kitaptan tanıdık gelen cümleler. “Biraz daha oturmaz mıydınız Kemal Ağabey?” veya “Bu üç sigarayı 37 dakikada içti” gibi. Bir çoğunu tek tek okudum. Romanı okumak başka, lakin “romanı yaşamak” olgusuna ilk defa burada denk geldim. Birinci kattaki Meltem Gazozları, manken İnge’nin siyah beyaz oynatılan reklamı, dolu/yarıdolu çay ve rakı bardakları, inci küpeler, eski İstanbul kartpostalları, kimlikler, Füsun’un ehliyeti, SatSat, en üst katta ise Orhan Pamuk’un kitabı yazarkenki kendi el yazısıyla taslakları. Uzun uzun hepsine baktım, “hakikaten olmuş yahu” dedim, “yaşanmış bunlar”.
Sevdiğini yağmurdan dahi sakınan, küçelere (sokaklara) su serpmişem, yar gelende toz olmasın, bulut kurbanın olam, yağma yarin üstüne diyebilecek kadar çok sevmiş, bir de üstüne türkü yazmış adamlara her gün hala şaşıran ben, bu adamın sevgisini, aşkını biraz saplantı derecesinde bulsam da (yahu tamam saç telini sakla, ne bileyim bir tane sigara izmaritini al. Ama tuzluk nedir yahu?) müze fikri çok hoş olmuş. Felaket sıcak bir Salı öğleden sonrasında bir sürü yabancı turiste rastlamak da benim için ilginç oldu içeride. Televizyonun üzerinde duran köpek, biraz sonra içiliverecekmiş gibi duran rakı bardakları, telvesi kim bilir kaç yıl önce kurumuş olan kahve fincanları, tuzluklar, tokalar, saç fırçaları… Merhamet Apartmanı’nın tabelası bile var. Çok etkilendim. “Çok güzel bir dündü” hikayeme dahil olduğu için mi, benim için bir kitaptan, bir müzeden başka şeyler de ifade ettiği için mi bilmiyorum.
Bir ay önce, 19 Temmuz günü, Masumiyet Müzesi’ni ziyaret edemeden, fakat Kadıköy sahilinde Haydarpaşa’ya karşı banklarda otururken okuduğum kitabı ve başlayan hikayemi 19 Ağustos günü yalnız başıma gelmeyi aslında hiç de planlamadığım bu müzenin önünde elimde tutacak ve iç geçirecektim. Bunu bilseydim, herhalde o gün müzeyi bir kez daha dolaşır, Çukurcuma yokuşunu bir kez daha çıkardım.
Ve bir kartpostal daha alırdım elbet müzeden.
Gerçekten çok iyi bir iş çıkarmışsınız…Resimler ve yazıların muhteşem.
Emekleriniz için çok teşekkür ederim…