Kaptan’ın Seyir Defteri
Kayıt 0015
07.04
Haftalık
Bunlar bir nevi kendim için notlar. Böyle bir hikaye formatına sokayım, okuyucuyu sürükleyeyim gibi kaygılarım yok. Çok bir şey beklemeyin. Zaten artık blogun reklamını pek yapmıyorum, ayda giren 10 kişi ya var ya yok =) Pazartesiden bu yana neler yapmışız :
Pazartesi Easter tatiliydi, epeydir görüşemediğim Sevda ile bi kahve içtik. Sonrasında Biyoinformatik labını bitirdim, bir de Epistemology ödevine başladım. Salı Opinion Mining dersinin tutorial’ında yine kendimi salak gibi hissettim. Bu ders çok kastı beni, tekrarı da an itibariyle bıraktım yoksa diğer derslerim patlayacak.
Salı günü Epistemology ödevini yapayım diye Fransızca dersime gitmedim. Ödevi de yapmadım. Ne yaptım? Vallahi ne yaptım çok hatırlamıyorum, biraz canım sıkkındı Californication’u bitirdim zannedersem. Ejder Topu kitaplarımın 2.sinin çoğunu da o gün okudum sanırım. İçimden pek bir şey yapmak gelmedi.
Çarşamba Epistemology ödevini epey yapmıştım ki, hocadan önce “Yarın da verebilirsiniz” e-maili, ardından Mısırlı kızlardan birinin Hocaaaaam biraz daha ertelesek yakarışalrının ardından Cumartesi gecesine ertelenmesiyle ödevi de bıraktım. Ohhh mis.
Perşembe derste yine döktürdüm, niyeyse bu ders bana çok daha zevkli geliyo diğerlerinden. Tahtada iç içe iki tane summation işareti gördüm mü korkuyorum yemin ederim. Artık matematik temelime güvensizlikten midir, yoksa sevmediğimden midir bilmiyorum. Ama programın bu kadar matematik ağırlıklı, ve neredeyse minimum programlama içerdiğini bilsem tekrar bir düşünürdüm.
Tekrar düşünür, yine gelirdim 🙂
Perşembe akşamı Eleonora’nın doğumgünü vardı Finnegans’da. Zaten burada her Perşembe bizim okulun uluslararası öğrencileri toplanıyorlar. Ben 7 aydır 3 kere gittim sanırım. İçeridekilerin yarısı Normandiya gezisinden, yarısı Chateaux de la Loire gezisinden tanıdıklarımdı. Eleonora bir İstanbul & Lokum canavarı olduğundan ufak bir paket lokum götürdüm. Üstüne bir da kankam Sophia’yı çağırdım. Çok güzel bi akşam oldu. Guinness’e doydum diyebilirim. Dönünce bir Biyoinformatik tekrarı yapmadım değil.
Akşam bizim uyuz arkadaşlara mail attım. Dedim ki Pazar günü kahvaltı yapalım benim evde, 7 aydır buradayız sadece iki tanesi geldiler benim eve henüz. Bi kısmı bi sevindirik oldu, bir diğeri daha Perşembe gününden ‘Ben pazar ders çalışacağım, size iyi eğlenceler’ dedi. Kahvaltı lan, iki saatlik kahvaltı. Neyse. Bir başkası ‘Dışarı mı çıksak acaba?’ dedi. Niye ki, diye düşündüm, amaç sizi benim eve çağırmak zaten. Meğerse altında yatan olay başkaymış. Bu kızlardan bir tanesi evlendi geçen ay. Son 7 aydır her Allah’ın günü, sabah 9:00 – akşam 5:00 beraberiz. Kaldı ki kimi akşamlar gece 10’a 11’e kadar proje yaptığımız günler oluyor. Öğle yemeklerinde beraberiz. Bu kız ‘kocam çok kızdı, izin vermedi’ diye gelemem dedi. Ne diyeceğimi bilemedim arkadaş. Beni potansiyel tehlike olarak görüyor desem öyle bir durum da mümkün değil =)) Eğer bunların yaşadığı din böyle ise, benimki başka bir şey. Bir daha da sizinle bir şey yaparsam 2 olsun dedim. Kendi kendime dedim.
Cumaları, sanırım son 5 haftadır, her cuma 6 saat boyunca Finlandiya kitabımın taslağını oluşturuyorum. Çok zormuş hacılar. Ve iyi ki bodoslama yazmaya girişmemişim, taslak yapmak bile feci zor, ama feci eğlenceli =) Bu E-Health denilen saçma sapan dersin sınavı yok, projesi yok, derslerde de lüzumsuz şeyler görüyoruz. Hastane yazılımları, ontolojiyi nasıl kuruyorlar, yok efendim ilaç isimleri nasıl aranıyor filan. Ben de hocanın gözünün içine bakıp sanki dinliyormuş gibi yaparak, bir yandan da Finlandiya Hatıralarımı blog’dan gözden geçirerek kitap formatına dönüştürüyorum. Epey yol katettim. Şu anda 2.5 ayı düzgün bir biçimde planladım, sadece outline hazırlamam 25 sayfa oldu. Sanırım buradan bir 120 – 150 sayfa arası hikaye çıkar. Ve daha yazılacak 7 ay daha var.
Cuma akşamı Christine adlı güzel Alman bir doktorun doğumgününe gittik, hep beraber. Yine bu Normandiya tayfasıyla =) Bu arada Normandiya grubunun bir kısmı aynı zamanda Fransızca dersimde sınıf arkadaşlarım. Aynı adamlarla yine görüştük ama bu böyle bitmeyecekti =) Akşam Davide, Sylvia ve ben bisikletlere atlayıp eve dönüş yolunu zor bulduk. İyi ki bu doğumgünümsü ev partisi yakındı bana, Pere Lachaise yakınlarında, özellikle dönüşü yokuş aşağı olunca bisikletle keyfime diyecek yoktu. Kıza götürdüğüm nazar boncuklu kolyenin yüzüne bakmadı orası ayrı. Ver lan geri diyecektim az daha 😀
Cumartesi de yoğun bir çalışma sonucu Epistemology ödevimi bitirdim. Arada bir saat yine Marie-Claire hanım ile türkü dersimizi yaptık. Bu hafta yine bir Neşet türküsü ile (aslında Muharrem Ertaş) ‘Bahça Duvarından Aştım’ ile devam ettik. Güzel de bir kayıt yaptık. Ödevde Ayer’den bir parça okuyup, Kant, Russell, Hume ve Mill ile karşılaştırmamız gerekiyordu. Açıkçası çok keyif aldım ama kafa beyin kalmadı günün sonunda. Bir de geçen Perşembe ödevi göndermeden önce farketmiştim ki, hoca yarım sayfa derken, soru başına yarım sayfa demiş, (Toplam 10 soru var 🙂 ) ben ise birazcık götümden anladığım için toplam yarım sayfa yazmıştım. Ödevi Perşembe bitirdim zannederken cumartesi epey iş çıktı böylece. Detaylandırmalar, alıntılar, referanslar, vs vs. Akşam yine aynı ekip, dışarı çıktık. Bunlar daha öncesinde Sylvia’nın evinde buluştular muhabbet ettiler ama ben o sıralar Kant amcaya saygılarımı sunmakta idim. Chatelet metrosunda bizimkileri beklerken burada tanıştığım iki Fransız arkadaşı gördüm, Sophie & Charlotte. Şok oldular tabi, saat 12:30, Chatelet, Metro ve ben. Nereye gidiyorsunuz napıyosunuz derken bizimkiler geldiler. Meğersem bizim ekip, Davide, Sylvia ve diğerleri de aynı yere gidiyorlarmış : Blok. Çılgınlar gibi eğlendik, Davide, Denis ve ben kızları arkadan sinsice yaklaşıp ‘sürttürme’ stratejisi belirleyen apaçilerden koruduk. Bu gece de görevi başarıyla tamamlamış olmanın verdiği rahatlık, ve Charlotte’un lezbiyen olduğunu öğrenmenin verdiği şaşkınlıkla eve döndüm. Daha önce hiç lezbiyen bir tanıdığım olmamıştı.
Pazar bu iki gecenin, cumartesi yoğun bir çalışmanın da yorgunluğu ile 13:30’da uyandım sanırım. Her ayın ilk Pazar günü Paris’teki müzelerin çoğu ücretsiz. Zaten bir çoğu 26 yaş altına bedava ama bugün her yer böyle. Ben de atladım Musée Rodin e gittim. İlk defa bir sanat müzesinde böylesine etkilendim, böylesine duygulandım. Adam ne yapmış arkadaş, o heykellerin surat ifadelerine baktım, hissettim. Hakikaten hissettim. Buket Uzuner’in İstanbullular romanında Ayhan Pozaner adlı bir karakter vardı, heykeltraş, adam heykellerle konuşuyordu. Bilmiyorum ondan mı etkilendim (çünkü adam kitabın bir bölümünde Paris’e gelip Eiffel’i uzaktan bile görmeden sadece Rodin’in heykellerini görüp geri dönüyor) ama müthiş keyif aldım. Sonra bir baktım geçen hafta Pere Lachaise mezarlığında, Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney mezarlarını gezerken tanıştığım, Sena, Lukas, Christopher ve Sabina yine aynı ekip Rodin’e gelmişler. Müzenin ve bahçenin geri kalanını onlarla gezip saat 5:30’da Musée du Luxembourg un kapısının önünde Sylvia ile buluştuk. Tabi bizim italyanlar bi taraflarını kaldırıp gelemedikleri, hala uyudukları için ikimizdik bu sefer. Burada da Chagall adlı hiç duymadığım bir ressamın sergisine girdim. Adam 100 yıl yaşamış, 2 dünya savaşı görmüş, Paris’te, New York’ta ve Rusya’da oturmuş. Bugün de yine ilk defa resimlere uzun uzun baktım. İçimdeki sanat böcüğünü ortaya çıkardım diyebilirim.
Güzel dolu dolu bir haftasonu oldu. ‘Her Pazar Bir Müze/Bir Anıt’ uygulamamı da hayata sokmuş oldum. Study hard, party harder felsefemizle ilerlemeye devam ediyoruz.