Eskişehir yolunun Balgat – Bahçeli arasındaki ışıklarında bekliyorum. O anda dünya durmuş, nereye gittiğimin farkında değilim. Bağıra çağıra şarkı söylüyorum arabada. Sağa sola sallanıyorum. Sağımda duran Beyaz Doblo’da bir hareketlilik farkediyorum. İçindeki amca bana bir şeyler işaret ediyor. Gülümsüyorum. Beni öyle dans ederken görünce kim bilir ne düşünmüştür. Sesi kısıp camı açıyorum, “Bahçeli’ye nereden gidebilirim?”. “Bahçeli karşısı amca” diyorum, elimle işaret ederek. Ama içimden de şarkının devam cümlesi “İzmit’i yeni mi geçtiiiiiiğğğn” kısmı bangır bangır ciğerlerimde yankılanıyor. O an sadece ve sadece şarkıyı dinliyor olmanın verdiği inanılmaz mutluluk var. Sanki cenneti işaret etmişim gibi bir ifade olsa gerek yüzümde, adam kafasını 30 derece sağa eğerek “tövbe tövbe” edasıyla bana gülümseyip camı kapatıyor. Eyvallah işaretini eksik etmiyor. Camı kapatıp ses düğmesini yine en sona kadar döndürüyorum. Dünya yansa umurumda değil. Bu şarkı bana böyle hissettiriyor işte. Dünyanın en güzel filmi, en güzel final sahnesi, avazı çıktığı kadar bağırarak uzun yola giden bir adam (adam mühendis), ve arkasından jenerik yazılarının belirdiği, ses teknisyeninin isminin gözüktüğü sırada seyircilerin ışıl ışıl bakan gözlerle sinema salonundan yavaş yavaş ayrılmaya başladıkları bir film. Evet, hikayenin ana kahramanı benim. Kahraman da o uzun yola giderken bu şarkıyı söylüyor. Sanki Balgat’ı değil de İzmit’i yeni geçiyor o sırada.
Bu şarkıyı bana armağan eden Spotify. Haftalık keşif bölümünde çıkan şarkılardan biri. Dinlediğim ilk günden bu yana her seferinde loop’a alıyorum şarkıyı. Sanki o gün bu gündür okuduğum bütün kitapların arka planında bu şarkı çalıyor.
Bir iftar sonrası, Coffee Lab çıkışı arabanın içinde iki akciğerimin full kapasiteyle bana eşlik ettiği bir akşam bangır bangır söylediğim sahne gözümün önünden film şeridi gibi geçiyor. Filmin her şeridinde yine ben varım. Eleştirmenlerin filme dair tek söyleyebildikleri çayı bu kadar seven bir adamın o akşam tek bir kahvede süper mutlu olmuş olması. Belki de bu tezatlığı anlamıyor eleştirmenler. Gülümsüyorum. Esas olan hisler aslında. Sonrasında ne yaşadığımız, ne umup da ne beklediğimiz değil. Aşık olduğumuz kızlar, yaptığımız işler, gezdiğimiz gördüğümüz yerler değil, hepsinin bizde bıraktığı hisler. Çayı sevip kahve içerken kafamızdan geçenler. Hissettiklerimiz esas olan. Üzerinden ne kadar zaman geçse de, hiçbir hikaye umduğumuz gibi sonlanmasa da, yol alırken hissettiklerimiz esas olan. Mahir Ünsal Eriş hikayelerinde (ki kendisi son zamanlarda favori yazarım), Emrah Serbes’in Erken Kaybedenler‘inde, Bizim Büyük Çaresizliğimiz‘de, ya da Serhan Engin’in Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar kitabında… Hepsinin arka planında bu şarkı çalıyor. Müthiş bir terkedilmişlik kokusu şarkının her notasına sinmiş. Dinlerken adamın hüznünü seziyorum, adamın hüznünü seviyorum. Hissediyorum şarkıyı söyleyeni. Olmayan kız arkadaşım tarafından terkedilmiş hissine bile kapılıyorum, ama öte yandan adamın umursamaz görünüşü, aslında çok umursayışı, içinde beslediği umut. Böyle içimde bana tarifi mümkün olmayan hisler yaşatıyor şarkı. Anlatamadığım bir şeyleri anlıyorum şarkıda. Belki şarkıyla tanıştığım dönem İzmitli bir kızdan hoşlanmıştım, belki çayı çok çok çok sevdiğimden, belki de nakaratın en son cümlesi, bilmiyorum. Ama dinlediğim zaman resmen yazasım geliyor, yaratıcılığım artıyor.
Mutlu oluyorum.
Mahalleye girdiğim anda alışkanlıktan olsa gerek sesi kısıyorum. Cansu yine arabasını aynı yere parketmiş, köşedeki kırmızı Opel Corsa ile selamlaştıktan sonra geçip sola dönüyorum. Burası Gazimahallesi’nin en sevdiğim kısmı. Sağ tarafım tren yolu. Önümde Behzat Ç’nin çekildiği sahneler, sol tarafta hala müteahhite verilmemek için direnen müstakil evlerden birkaçı. Çöplerin çokluğunu farkedince birden aklıma bugünün Salı olduğu geliyor. Salı pazarından kalma meyve sebze artıkları yolda çürümeye terkedilmiş. Çürümüş marullarla dolu yol bile bana o kadar güzel gözüküyor ki o anda anlatamam. Çöpçüler pazar yolunu gece süpürüyorlarmış, bunca yıldır farketmemişim. Bu geç kalmışlıktan ötürü ileride gecenin pisliklerini süpüren adama karşı sorumluluk hissediyorum birden. Çöpçünün yanından geçerken sesi iyice kısıp camı açıyorum. “İyi geceler abi, kolay gelsin” diyorum. Adam bir şey soracağım zannediyor. Ben de bir şey soracakmış gibi yanaştığımı o anda farkediyorum, ama aslında tek amacım gecenin bu köründe, sadece dinlediğim şarkıdan kaynaklı olan, bu sebepsiz mutluluğumu birisiyle paylaşmak, birini takdir etmek, birine iyi geceler dilemek. Arabayla uzaklaşırken adam arkamdan şaşkın şaşkın bakıyor. Belki de dalga geçtiğimi sandı. Öyle sandı diye bir an üzülüyorum. Yine de muhtemelen sabaha karşı eve döndüğü zaman hanımına o gece karşılaştığı lüzumsuz bir adamdan bahsedecek. Gülümsüyorum. Benim o lüzumsuz adam. Yine alakasız birinin hayatında, gün bitmeden bir hikaye olmayı başarabildim. Pardon, ışıklarda Bahçeli’yi soran adamı da hesaba katarsak iki hikaye oldum bugün.
Bir şarkının bana verebildiği mutluluk böyle bir şey.
Bu yüzden haftalık keşif yazım Ateş Edecek Misin? şarkısı. Şarkı türkü sözü paylaşıp, herkes aynı hissi almak zorundaymışçasına yazılan blog yazılarına kıl olsam da, bugün bir istisna yapacağım. Kaybedenler Kulübü’nde bu gece sıradaki şarkı hayatında birisi olmadan terkedilmişlere, keyfi yerinde olanlara, hüznünden dibe vurmuşlara, içindeki ümidi hiç kaybetmemişlere, yola çıktığı zaman hangi köprüyü seçtiğini merak edenlere, benim gibi böyle de iyi diyenlere, bir de ateş edilmeden ölemeyenlere gelsin! Unutmayın, en az üç kere dinleyin.
Çiçeğe su verdin mi?
Sanırım bana da geldi bu 🙂
Bana da geldi derken? =)
Kaybedenler Kulübü’nde bu gece sıradaki şarkı hayatında birisi olmadan terkedilmişlere, … hüznünden dibe vurmuşlara, içindeki ümidi hiç kaybetmemişlere, …
Sıradaki şarkı bana da geldi manasında 🙂 Kendimi içine koyabileceğim kategoriler yukarıda