Türkü sözleri yazmak, çalmak, söylemek ve dinlemek başka yazıların konusu. Zaman zaman bazı türküler, bazı sözler daha manalı gelebiliyor. Bu tıpkı lisede okunan bir kitabın üniversitede tekrar okunduğu anki verdiği tat gibi. Ya da tatsızlık gibi. Bugün bir istisna yapıp geceyi türkü sözü yorumlamaya ayırdım.
Alevi / Bektaşi kültürüne epey uzak olsam da, dinlediğim çokça kısa sap semah, deyiş vs. türevi türküler var. Gerçi bu bir deyiş mi emin değilim. Yine de sözleri çok hoşuma gitti.
Ervah-ı ezelde levh-i kalemde,
Bu benim bahtımı kara yazmışlar.
Bilirim güldürmez devr-i âlemde,
Bir günümü yüz bin zâra yazmışlar.
Ervah-ı Ezel, aslında ruhların ilk yaratıldığı zaman demek. Ervah ruh, ezel ise başlangıcı belli olmayan, öncesizlik demek. Evet, şu anda aklınıza gelen ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım cümlesi hemen benim de kafamda yankılandı. Bu konuda bişeyler okurken ‘kalu bela’ adında bir kavrama daha rastladım. Tasavvufla ilgilenenler aratıp bakabilirler. Türküden uzaklaşmak istemiyorum, sözlere devam edelim.
Lev, levhadan gelme. Lev-i kalem ise levhayı yazan kalem. Tabiri taa Aristo’ya dayanan, Hume ve Lock ile daha da şekillenen Tabula Rasa bir nevi. Felsefedeki bilince, akla, empirizme dayalı bu ‘levha’ dinde karşımıza daha çok kader olarak çıkıyor. Yani İslam’a göre insanın kaderinin, var olduğu sürece gerçekleşecek olayların yazılı olduğu levhayı yazan kalem. (Levhanın terimsel karşılığı da Levh-i mahfuz).
“Dolayısıyla, ervah-ı ezelden levh-i kalemden ifadesi ruhların ilk yaratıldığı, Rablerine söz verdikleri ve bu sözleriyle birlikte kaderlerinin yazılıp muhafaza altına alındığı anı nitelemek için kullanılıyor. Bir tanıma ve söz verme olduğu için, insanın bu dünyadaki sorumluluğunun da kaynağını oluşturuyor.”
Sadece birinci satırdaki derinliğe bakar mısınız? Adam kaderinin böyle olduğunu anlatmak için ne güzel bir cümle kurmuş. Bilirim güldürmez devr-i alemde, bir günümü yüz bin zâra yazmışlar. Zâr farsçada inleme, ağlama manasına gelen bir kelime. Her günüm yüz bin sıkıntı.
Gönül gülşeninde har oldu deyû,
Hasretlik cismimde var oldu deyû,
Sevdiğim, sevdiğin pîr oldu deyû,
Erbab-ı garezler yâre yazmışlar.
Dünyayı sevenler velî değildir,
Canı terk edenler deli değildir,
İnsanoğlu gamdan hâli değildir,
Her birini bir efkâra yazmışlar.
Erbab-ı garez, garez duyan, kötülük ve kin besleyen insanlar. İkinci kıtada da sanırım nefsinden geçen, ilahi aşka yönelenleri anlatmış. Kim bilir başka neler anlatmış. İnsanoğlu gamdan hâli değildir ne demek mesela? Biz sadece gamdan kederden ibaret değiliz demeye mi çalışıyor? Değil. Bir blog yazısına göre şöyle “Hali: Tenha, boş, sahipsiz, ıssız, içinde bir şey olmama anlamını taşır. ‘İnsanoğlu gamdan hali değildir’ ifadesi ‘gamdan uzak değildir’ veya gam ile doludur manasına gelir.”Her insanın bir efkarı, bir derdi var, levh-i mahfuzuna yazılmış.
Nedir bu sevdanın nihayetinde,
Yâdlar gezer yârin vilayetinde,
Herkes diyârında muhabbetinde,
Bilmem bizi ne civara yazmışlar.
Arif bilir aşk ehlinin hâlini,
Kaldırır gönlünden kîyl-ü kâlini,
Herkes dosta yazmış arz-ı hâlini,
Benimkini ürüzgâra yazmışlar.
Bu son kıta en sevdiğim kısım. Arif olan, aşkı yaşamış görmüş özümsemiş olanın halinden anlar. Gönlünden dedikoduyu, vesveseyi (yani kîyl-ü kâli) kaldırır. Arzuhalci kelimesinden tahmin edersiniz, arzuhal, yani arz-ı hâl demek dilekçe, istek temenni demek. Herkes dosta yazmış, benimkini ürüzgara yazmışlar. Buraya kadar bir kabulleniş hakim. Sonrasında işler değişiyor. Nedense benim yazdığım hikayelerin tam tersi. Merak, heyecan, kafayı kurcalayan sorular en sona saklanmış. Bir hüzün hakim oluyor birden. Sanki alnındaki kara yazı normalmiş o ana kadar. Ama birden Sümmani sanki bir müdahale etsem olay değişir mi sorgusuna girmiş. Acaba kaderim başka olsaydı nasıl olurdu demiş.
Olaydı dünyada ikbâlim yaver,
El etse sevdiğim acep el ne der?
Bilmem tecelli mi, yoksa ki kader,
Beni bir vefasız yâre yazmışlar.
Yazanlar Leyla vü Mecnûn kitabın,
Sümmâni’yi bir kenara yazmışlar.
Ve sonuç. Son iki cümle. Hatta sadece son cümle. Sümmani’yi bir kenara yazmışlar.
Not : Yazdıklarımın bir kısmını şu siteden okumuştum : http://okur-yazar.net/bu-benim-bahtimi-kara-yazdilar-ervah-i-ezelde-levh-i-kalemde-3423
Çok güzeldi
Teşekkür ederim.
Teşekkurler
Çok sağolun
Elinize sağlık. Teşekkürler bu açıklamalarınız için…
Rica ederim ne demek, benimki de başka yerleden okuyup aktarmak nihayetinde.
çok güzel açıklamışsınız
Ooo Ahmet beyy
Emeginize saglık çok güzel anlatmışsınız
Teşekkür ederim
ne zamandır araştıracağım bu türkü’yü fırsatım olmadı. bu vakit olması gerekiyormuş demek… “ervah-ı ezelden…” öyle güzel ki… manalarını bilmeden yüreğimi uçuruyordu, şimdi dinlemesi daha bir keyifli olacak. teşekkürler. elinize, yüreğinize, kelimelerinize sağlık.
Sağolun varolun, ne güzel ifade etmişsiniz!
Cok tesekkurler
elinize sağlık. Güzel bir yazı olmuş
Türküyü bu gece ilk kez bir arkadaşım sayesinde dinledim ve büyülendim
.Açıklamalarınız için çok teşekkürler, anlamını bilerek dinleyeceğim artık
Rica ederim ne demek. Keşke her türkü böyle anlamlı olsa.
Emeklerinize sağlık
Harikaydı. Zevkle okudum.
Çok güzel bir açıklama. Ellerinize, yüreğinize, kelimelerinize sağlık. Saygılarımı sunuyorum efendim.
Teşekkürler, esas vakit ayırıp okuyup üstüne bir de yorum yazdığınız için ben saygılarımı sunuyorum
MERHABA. Âşık Sümmâni Alevi bektaşi değil, Sünni sofudur.
Merhaba.
Eksik yazmışım Hakan Bey. Oradan kastım kısa sap parçalarının çoğunun Alevi Bektaşi kültüründen türemesini kastetmiştim. Sümmani ile ilgili bir şey yazmamıştım aslında.
Bu parça da bir kısa sap / bağlama (aşık) düzeninde ve karakteristiğinde bir türkü olduğu için onu anlatmaya çalıştım.
Eksik/Yanlış anlaşılmaya sebep olduysam affola.
Lev-i kalem i açıklarken kullandığınız “tabula rasa” 17. Yy İngiliz ampirist filozofu ve aynı zamanda bir cerrah doktor olan John Locke’un insan zihnini ya da “anlak” dediğimiz duyumlardan gelen verileri bilgiye dönüştüren ve bilginin Descartes’ci anlamda doğuştan değil sonradan deney, gözlem ve izlenim yoluyla kazanıldığını açıklamak için kullanılan bir kavramdır. Dolayısıyla bu bağlamda kader, alın yazısı vs gibi şeylerle ilgisi yoktur. Fakat olayı ileri bir seviyeye taşıyıp tabula rasa nın biçimlenmesi ile kader de şekillenir derseniz o ayrı bir tartışma konusu ve burada da irade ve David HUME un nedensellik ilkesi devreye girer. Hem LOCKE hem de HUME un felsefesinde Tanrı yoktur.
Merhaba Hüseyin Bey,
Öncelikle Locke’un cerrah doktor olması vs. gibi konu ile tamamen alakasız yazdıklarınızı anlayamadım. Tabula Rasa’yı aratan birisi zaten Locke’a kolaylıkla ulaşabilir. Yani burada “ben olayı biliyorum” algısını kuvvetlendirme hissi doğruruyor.
İkincil olarak birebir olarak şu cümleyi kullanmışım :
“Felsefedeki bilince, akla, empirizme dayalı bu ‘levha’ dinde karşımıza daha çok kader olarak çıkıyor.” Yani söylediklerinizle çelişen bir kelime yok. Hatta “daha çok böyle çıkıyor” ifadesi de var. Burada ikisinin de “levha” olmasından kaynaklı, birinde yaşadıklarının / diğerinde yaşayacaklarının yazılı bir levha şeklinde simgelenmesini açık anlattığımı zannetmiştim, yanılmışım. Şunu demeye çalıştım :
Felsefedeki tanımlı “levhada” bilinç ve eprizim varken, dinde “levha” bu şekilde tasvir edilmiş : kader.
Empirizm kelimesini de çok net yazmama rağmen “sonradan deney gözlem ve izlenim” diye sanki ben böyle bir kelime kullanmamışım gibi uzun uzun yazmanıza da bir anlam veremedim.
Hadi bunların hepsini geçtim, Locke veya Hume felsefesinde tanrı vardır ve bunlar Levh-i Kalem’den etkilenmiştir gibi bir çıkarımı da benim hangi cümlenden çıkardınız onu hele hiç anlayamadım. Yine de vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim.