Dün ilk uzun yolumu yaptım. Artık 2500 km yapmış, hala düşmemiş, hala paronayak ve hala acemi bir motorcu olarak yazmaya başlayabilirim.
Motosiklet sevdası nereden çıktı ben de bilmiyorum. Başlayalı henüz bir sene olmadı, fakat insanlar sürekli bana haklı olarak bunu soruyorlar. Üniversite 2. sınıfta bir ara niyetlenmiştim. Babamı ikna etmem iki saat sürdü. İknadan kastım ise “Tamam annen izin veriyorsa al” cümlesinin ağızdan çıkar duruma gelmesi. Annem tarafından veto yemem ise iki dakika. Vetodan kastım ise “Ben oğullarımı sokakta bulmadım!” cümlesi.
O zamandan bu zamana hemen hemen on yıl geçmiş. Yüksek lisans süresince gezmeye doydum, hem de ne doydum. Müzikal anlamda da hem Bağlama Orkestrası’na bir dönem iştirak edip, hem de ODTÜ’de gönüllü olarak yeni başlayanlara kısa ismiyle U-101, uzun adı ile Uzun Sap Bağlama 101 dersini vermeye başladım. Yeni iş yerim süperdi. İş arkadaşlarım çok keyifli çok sevdiğim insanlar. Yaptığım iş de çok zevkliydi. Dolayısıyla sanırım macera isteğim kabardı. Bir gün kapının önünde gördüğüm kıpkırmızı CBR 250r ile hayatım komple değişti diyebiliriz.
İlk bu hevesi sesli dile getirmem ise işyerimde oldu. Önce birtakım arkadaşlar gülüp geçtiler. Volkan ise ben de alacağım, beraber alalım diyerek benim gazıma gaz kattı. Ve o reaksiyon ile birlikte ben ehliyet kursu arayışına girdim. Öncelikle şunu söyleyeyim Ankara’da motosiklet kursu bulmak, Çin’de Fin aramak gibi bir şey. Bulması çok zor, ama bulduğunuz anda da aha işte bu diyorsunuz, çünkü kurslar arasında müthiş bir kalite uçurumu var. Aradığım kurslardan şöyle cevaplar aldım :
- Ben : Bakın ben daha önce motosikletin arkasına bile oturmadım. İlk defa kullanacağım. Adamakıllı öğrenmek istiyorum. Düzgün bir eğitim almak istiyorum.
- Kurs 1 : Motosiklet sürmeyi biliyorsanız gelin lütfen. Biz bilenleri tercih ediyoruz.
- Kurs 2 : Abicim biz sınavdan önce iki saat gösteriyoruz, geçiyorsun. Sonrasını kendin halledersin
- Kurs 3 : Bisiklet kullanmayı biliyorsanız 1 saate hallederiz sınavdan önce.
Abartmıyorum, 7 tane sürücü kursuna telefon ettim. Bir de internetten forumlardan okuduğum kadarıyla Atom Karınca adı verilen bir adam birebir ders veriyordu. Ya da insanlar Honda’nın eğitim merkezine gidip İstanbul’da (nalet memleket her şey orada olduğu için) filan öğrenip, sonra burada 2 saatlik sürücü kursuna 350 TL verip geçiyorlardı.
En sonunda Yeni BinYıl Sürücü Kursu’nu keşfettim. Serkant Hoca (evet ‘T’ ile) şöyle başladı. “Şimdi dostum, fiyattan önce sana sistemimizi anlatayım”. Sistem diyordu hocular. Kapalı alan diyordu, sonra beraber kulaklıklarla yol sürüşü diyordu. Sınav alanında da bir gün öncesinde pratik diyordu. toplamda 2.5 günü bulan bir eğitimden söz etti. Ücreti de yanlış hatırlamıyorsam 700-750 TL arasındaydı.
Volkan’ın bana verdiği gazın fos olduğunu anladım. Sürücü kursuna A2 ehliyet almaya benimle katılabilecek bir kişiyi bile bulamadım. Bu arada bu on yıllık süreçte hiç motosiklet muhabbeti geçmemesine rağmen, annemin “Ben oğullarımı sokakta bulmadım” cümlesine nazaran bu yeni çılgın hevesimi ve ehliyet kursuna kaydolduğumu bizimkilerden gizledim. Henüz zaten ortada bir şey yoktu. Fakat hayatımda ilk defa annemlerden bu kadar büyük çapta bir olayı gizliyor olan ben (yalan söylüyor demeyelim, yalan yok ortada ‘henüz’) tedirginlikten reflü bile oldum. Kursa bir akşam tek başıma gittim. Meşrutiyet Caddesi’nde bir binanın bilmemkaçıncı katında. O zamana kadar Serkan dediğim adamın Serkant olmasının hikayesini dinlerken, Serkant Hocam’a motosiklete hiç binmediğimi, bi denemek istediğimi söyledim. Şöyle bir konuşmanın ardından 2 dakika sonra kredi kartımı uzatmış, formu doldurmuş, eğitim gününü beklemekteydim :
Serkant : Dostum zaman zaman arabayla giderken elini camdan çıkarıyor musun ? Rüzgarı hissetmeyi seviyor musun ?
Ben : Evet (?)
Serkant : İşte onu bütün vücudunda hissettiğini düşün. (Bu arada eller omuzdan aşağı inerken bir Beyonce edası var adamda).
İşte beyler hanımlar, benim motosiklet maceram böyle başladı. Akşam kardeşime söyledim. Bizim aileden bu süreçte bir tek kardeşimin bütün olan bitenden haberi oldu. Şimdiye kadar ailenin yaramaz vukuatlı çocuğu hep Seçgin, mülayim efendi adamı hep bendim. Ailenin çok para harcayanı hep Seçgin, tutumlu elemanı hep bendim. Ailenin tikisi Seçgin, salaşı bendim. Ailenin maceracısı, kolu kırılanı, kafası yarılanı, çocukken yanlış otobüse binip Bayındır Barajı’na kadar gideni, oyuncakları kıranı, koltuğa tutkal dökeni filan hep Seçgin olduğu için aslında bu hareket Seçgin’den beklenecek bir hareketti. Yine de aslan karşim beni satmadı, bu sırrımı bir iki kere yanlışlıkla ağzından kaçırsa da işin sonuna kadar beni korudu kolladı. (Aslan karşim demiş miydim?)
Ehliyet kursunun başladığı dönemlerde ise şansa bakın ki bizim ailenin düğün sezonu başladı. İlk kapalı alan (kapalı alan dediğimiz de Batıkent’te bir pazar yeri) eğitimimizin olacağı cumartesi, kuzenimin düğünü dolayısıyla bütün Denizli Ankara’ya gelmiş, yıllardır görmediğim kuzenlerimle karşılaşmış, amcamları hasretle kucaklamış iken yine yalan söylemek zorunda kaldım. Cumartesi günü yetişmesi gereken bir iş var da, benim bir işyerine uğramam lazım 4-5 saat dedim. Normalde zaten yalan söylemeyi beceremeyen ben, bütün hısım akraba tarafından soru yağmuruna tutuldum. Ne işiydi bu, neden Cumartesi günüydü? Uçak mı? Ne uçağı ne testi? Hangi programlama dili?
Bir yalan, resmen bin yalanı doğurdu. Günün sonunda “Ulan biz ne uçuş testi yapıyormuşuz şirkette meğer de benim haberim yokmuş” derecesinde söylediğim yalan kendim bile inanır hale gelmiştim. Sanki on yıldır uçağa takılan kameraların uçuş için ayarlamalarını ben yapıyorum, ailede öyle bir izlenim bıraktım. Yaşlılar sakallarını filan kaşıyarak, çocuklar gözlerini dört açarak benim bahsettiğim dört kamerayı dinlediler.
Böylece ilk defa o gün motora bindim. 3 kişiydik ders alan. Birisi Selman, birisi Süleyman Bey, birisi de bendeniz. Selman gitmiş hayvan gibi bi motosiklet almış, Süleyman Abi birkaç yıldır scooter kullanıyormuş ehliyetim olsun bari demiş. Açık ve net söylüyorum, diğerlerine kıyasla ben çok çok çok iyiydim. Önce motosikletin parçaları, temel kavramlar, temel çalışma şekli, vites mites derken olaya girdik.
İlk duyduğunuzda epey komplike geliyor. Sol ayak vites, sol elle çektiğiniz bisiklet freni gibi olan zımbırtı debriyaj, sağ elle çekilen zımbırtı ön fren, sağ gidon kolu gaz, sağ ayak arka fren falan filan derken kafa karman çorman olabiliyor. Ama birkaç dakika içinde alışıyorsunuz. İlk gazı tatlı tatlı verdiğim an motosikletin altımda titreyişi, hareket edişi hala şu anda gözlerimin önünde. Düşürür müyüm telaşı, panik, kalp atışlarının birdebire hızlanması… Hepsi uzun zamandır yaşamadığım hislerdi. Tıpkı güzel bir kadınla yeni tanışıp ne konuşacağını bilememek gibi. Merak etmeyin, hemen şimdi motosiklet – sevgili metaforuna girişmeyeceğim, onlar çok sonra.
Günün sonunda sekiz çizebilir duruma gelmiş, vites geçişlerini öğrenmiş, slalom yapmış ve bunları gayet düzgün kendimden beklemediğim bir pratiklikle yapmıştım. Meğerse ben doğuştan motorcuymuşum !
O akşam kalabalık aile yemeğinde yine işyerim ile ilgili sorularla muhattap olurken yüzümdeki sevinç okunuyordu. Yüzümdeki güneş yanığını soranlara da kaçamak cevaplar verdim. Ertesi gün sorunsuz bir şekilde düğünü hallettik. Ben de ehliyet kursu ile ilgili söylemeye başladığım yalanların burada biteceğini sandım.
Serkant Hocamla bir gün de sınav alanında pratik yaptık, güneşin altında, Nato yolunda, yaklaşık 5-6 saat. Sıcak bir yandan, stres bir yandan. Sınav alanında yapılacak bütün hareketleri tekrarladıktan sonra, önümüzdeki hafta sınava girmeye hazırdım. Plan basitti, annemler bir şey sorarsa ehliyet kursu değil de, bağlama kursuma uğrayacağımı söyleyecektim. Sonuçta o da kurstu. Yani “kursa gidiyorum” dersem belki cezai indirim alma şansına sahiptim. Seçgin beni sınav alanına bırakacaktı. Henüz bir saatten fazla vardı. O anda yalanın verdiği stres, sınav adrenalini ile birlikte 3. kez çişim geldi. Seçgin’e ben bi gireyim beş dakikaya çıkarız dedim. Ben tuvaletteyken dışarıdan önce acı bir fren sesi, sonra çatır çutur kırılma sesleri çığlıklar koptu. Kafamdan geçen ilk “bu bir ilahi işaret mi acaba?” sorusu ilk olsa da, son olmayacaktı. Motoru aldığım güne gelirken bu işaretlerden sık sık bahsedeceğim.
Aşağı bir indik, iki araba çarpışmış, bizi birim park halindeki arabaya, diğeri de ağaca vurmuş. Araba benim arabam, tutanak tutulacak, sınav var, Seçgin bana bakıyor, ne yapacağımı şaşırdım. Birden etrafa 100 kişi doldu. O kalabalıkta Serkant Hocamı arayıp bir saat sonra gelsem ne olacağını sordum. Aldığım cevap ise, 5 dakika gecikirsem sınavdan kalacağım yönündeydi. Seçgin “Abi tamam sen kaç çaktırmadan, ben hallederim” dedi. Aslan karşim demiş miydim?
Sınav alanına gittim, önce biraz pratik yaptım. Kızlardan birisi motoru sürerken önüne bir başka pratik yapan motorcu çıkınca panikleyip motoru yan yatırdı. Eli ayağı titredi, sınava girmek istemedi. Ben 3 viteste bi stop ettirince tekrar 1’e alamadım. Böyle ufak tefek saçmalıklar olsa da biraz alıştıktan sonra sınava girdim, 100 ile geçtim. Trafik kısmında da şansıma kırmızı ışığa filan denk gelmedim. Kulağımda kulaklık, arkadaki arabada Serkant Hoca ve jüri üyesi abilerimiz, bir ara trafiğe çıktığımızda yanlışlıkla dolmuşçunun yanından geçerken kornaya bastım. Kulaklıktan “Saygın dostum, dolmuşçulara bile korna çalıyorsan artık sen çözdün bu işi” cümlelerini duydum. Sınavı geçtim, ehliyeti aldım.
Bir hafta sonra ehliyetimi de değiştirdim, yeni fotoğraf, B’nin yanına yazan A2 harfi, gıcır gıcır tertemiz ehliyeti o kam kafamdan geçirirken “Oğlum arabana çarptılar sen kalktın gittin ne kursmuş yahu!” cümlelerini duymazdan geldim.
Sıradaki yazı, nasıl annemlerle Survivor izlerken 2 dakikada 10.000 tl çektim, noter maceralarım, ve teyzemlerin “anne ben motor mu alsam?” diyen kuzenlerimin yaptığı sümulasyon deneylerine verecekleri cevaplar.
Selman – Süleyman Bey, Bendeniz