2016’dan 2017’ye (Motosiklet & Edebiyat)

Plan yapma açısından süper bir insanım. Müzik konusunda yapacaklarımı uzun vadede planlarım mesela. Bitmek bilmeyen kitabımı ne zamana bitireceğimi planlarım. Okuyacaklarımı, yazacaklarımı, çizeceklerimi, arayacaklarımı planlarım. Fakat iş pratiğe gelince biraz dağılıyorum.

Önünüzdeki zamanı/dönemi planlamak ya da değerlendirmek için yeni yıla ihtiyacınız yok diyenler. Bence var. Elbette ki yeni yıl olmak zorunda değil ama dönüp baktığınız zaman ben bu zaman zarfında ne yaptım, nasıl bir yıl geçirdim, neleri yanlış yaptım, neleri – yine – çok süper yaptım diyeceğiniz bir nokta gerekiyor. Benim için bu nokta genellikle yaz başlangıcı. Yaza – ve hemen sonrasına – dair güzel planlar yapıyorum. Genellikle gaza gelip büyük bir kısmını da uygulayabiliyorum. Bir değerlendirme ve bir planlama yapmak için bence yeni yıla başlangıç gayet uygun bir zaman. Bu sene pratikte de çok başarılı olmak ilk yeni yıl hedefim. Sürekli hedef koyup koyup tutturamamak bir halta benzemiyor çünkü. Önce değerlendirmelere başlayalım :

img_20160814_183620

Motosiklet

Hayatımda aldığım en güzel kararlardan biriydi. Bütün bir ilkbaharı ve yazın çoğunu her haftasonu bir yerlere giderek geçirdim. Öncelikle ART Motosiklet’ten ileri sürüş eğitimi almanın inanılmaz bir katkısı oldu. Orada tanıştığım arkadaşlarım Erkoşan ve Serap sayesinde resmen yeni bir dünyaya, bambaşka bir hayata adım attım. Motosiklet günlükleri konusunda çok yazıp çiziyorum. Hala da anlatacaklarım mevcut. Fakat değinmek istediğim önemli bir nokta var.

Karşılaştırmaya / Yarışa gerek duymayan bir hobi. 

Burada söylemeye çalıştığım şey şu : Bağlama çaldığınız zaman, resim yaptığınız zaman, koşmaya başladığınız zaman, uğraştığınız HERHANGİ bir hobi için sürekli bir seviye atlama söz konusu. Bir parça çaldınız, sonra bunun tavrı geliyor. Tezene vuruşu farklılaşıyor. Daha hızlı, daha komplike, daha profesyonel olmaya başlıyorsunuz. Resimde de böyle bu. Şayet hobi olarak bir sanat dalı seçtiyseniz hemen hemen hepsinde böyle. Bir karşılaştırma ihtiyacı hissediyorsunuz. Başkaları gibi çalmaya, başkaları gibi üretmeye çalışıyorsunuz. Dolayısıyla bir üretme, bir sanat da işin içine giriyor. Sporda hele bu işin hiç sonu yok. Sürekli bir ‘daha iyi olma çabası’ içerisindesiniz. Bazı noktalarda tıkandığınızı hissediyorsunuz. Ve kanaatimce insan hobi olarak gördüğü şeyde yarı-profesyonel kıvama geldiği zaman, o şeyden aldığı tat da yarıya iniyor. Artık dinlediğiniz parçalardaki hatalar gözünüze çarpıyor, akortsuz bir enstrüman keyfinizi kaçırıyor. Koşarken başta sağda solda dikkatinizi çeken detaylar zamanla anlamını yitiriyor, kalp ritminiz ve nefes alış verişiniz ön plana çıkıyor mesela. Resim yaparken ince geçişler, tonlar gözünüze batıyor. Hepsi de bir ilişki başlangıcı gibi biraz. Akortsuz saçma sapan sesler çıkarken çaldığınız enstrümandan aldığınız keyif, artık biraz gerilerde kalmış oluyor.

Motosikletin bununla ne alakası var, nasıl bir karşılaştırma yapabilirsin diyebilirsiniz. Onda da hep daha iyi sürme, daha iyi viraj dönme, daha güvenli sürüş söz konusu diyebilirsiniz. Ama şöyle bir şey var. Siz sürmeye başladıkça, bu işin eğitimini de aldıysanız bunlar kendiliğinden geliyor. Bisikleti düşünün, daha iyi bisiklet sürmeliyim, daha güzel dönmeliyim diye düşünmez hiçbir çocuk. Motosiklet de (yine vurguluyorum – eğitimini aldıysanız) zamanla daha güzel oturan, daha keyif veren, daha güvenli hale gelen bir uğraş. Fakat diğer hobilere kıyasla daha iyi olma çabasından kaynaklı değil bunlar. En azından benim açımdan değil. Benim bu hobideki amacım gezmek görmek ve sürmek. Tamamiyle bu. Hayatımda hiç görmediğim Yedigöller’e iki defa gittim bu sene. Hem de arabayla işkence haline gelecek o virajlı yollardan sağlı sollu hamlelerle MÜTHİŞ keyif alarak. Kastamonu’yu, Araç’ı gördüm, Azdavay’da ıslandım, Daday’da düştüm, Dipsiz Göl’ü ziyaret ettim (yine söylüyorum, arabayla kendi başıma gidebileceğim bir yer değildi). Kaç defa Çankırı’ya gittim geldim. Kızılcahamam’ı defalarca geçtim. Motosikletin böyle bir keyfi var. Ve de blog yazılarımdan da okuyan olduysa şayet, gerçekten insanın kendi kendisiyle saatlerce vakit geçirdiği, hayatı, işi, arkadaşlığı, geleceği sorguladığı, kendisiyle konuştuğu müthiş bir terapi yöntemi. Geçen sene boyunca hayatıma en çok katkı sağlayan şey bu oldu. Şu videoyu izleyin Allah aşkına aldığım keyfi bir görün, sesimden bile yüzümü ağzımı bırakın gözlerimin içinin güldüğü bile belli, son derece detone iğrenç kendimi zor duyduğum bir motor sesi eşliğinde :

Böyle diyorum, sonra ‘Saygın ben de motosiklete başlamaya karar verdim’ diye gelmeyin lütfen bana. Evet güzel bir şey ama ben güvenliğinize kefil olamam. Pimpirikli adamım biliyorsunuz, gaz verip hadi koçum başla da gezelim beraber diyemiyorum. 6000 km’yi geçtim bu sene, henüz motosikletime kimseyi bindirmişliğim, trafiğe çıkarmışlığım yok. Tehlikeli çünkü, ananız babanız gelip bana sorar, üzülürüm, vicdan azabı duyarım filan. Yapmayın. Güzel ama başlayacaksanız ‘Saygın hocam…’ ile başlayan cümleler kurup gelmeyin bana. Başlayacaksanız, KESİNLİKLE ileri sürüş eğitimi alın. Honda Sürüş Merkezi olabilir, ART Motosiklet olabilir, OMM (One More Mile) olabilir. Böyle birkaç kurum var.

Bu değerlendirmenin ardından 2017 hedefimi de tek cümle ile özetleyeyim : Havalar elverdiğince, tekerim döndüğünce gezebilmek. Kış geleli beri süremedim, rüyalarıma bile giriyor artık motosiklet. Bir de ilk bahar geldiğinde maddi durum değerlendirmesi yaptıktan sonra bir ART eğitimi daha sıkıştırabilirim gibime geliyor. Özellikle kapalı alan eğitiminde yaptıklarımız için o zaman çok acemiydim.

IMG_2641

Kitap

Bu sene inanılmaz çok kitap okudum. Herhalde okuma açısından en verimli sene bu oldu. Biraz da şundan biraz da bundan diyerek değil, hem tarzıma uygun keyif alacağımı bildiğim yazarlar okudum, hem bunlardan yola çıkarak yeni yazarlar keşfettim, hem de bazı okumak istediğim klasikleri aralara sıkıştırdım. Bilinçli bir program izledim diyebilirim. Son üç aydır kendime bir challenge edindim, ayda 3 kitap okuyorum. Başta çok rahat bitirebilirim gibi geldi ama pek de öyle değil. Okumak ciddi vakit istiyor. Bir de benim gibi kalın kalın kitapları daha çok seviyorsanız, bitmesin istiyorsanız, daha da çaba gerektiriyor. Genellikle sabah Teknokent servisine biner binmez başlıyorum okumaya. Sonra İkizler Blokta kahvaltımı yaparken devam ediyorum. Akşam dönerken pek okuyamıyorum ama. O zaman uyku bastırıyor. Lanet uyku tam da TOBB’un önünden geçerken geliyor hem de. Eve varışım 5 dakika kala olmasına rağmen kafam düşüyor, ineceğim durağı kaçırırım diye korkuyorum. (Kaçırdı). Serviste yolda kitap okuyamıyorum mu diyorsunuz? O zaman tuvalette instagram’a bakmak, sonra twitter’da ne yazsam diye düşünmek yerine kitap okumayı deneyin. O da mı olmadı? Yatmadan önce 20 dakikacık ayırın mesela. Gözleriniz kıpkırmızı olana kadar gece telefonun ışığına bakıyorsunuz ya hani? İşte o beyaz ışık bilimsel olarak uykunuzu kaçırdığı ispatlanmış bir uyarıcı. Kitap okuyun, uykunuz da gelsin, ertesi gün de işinizi mis gibi kafanız düşmeden yapmaya çalışın. Bir bardak da süt. Oooh mis. Gelelim bu dönem hedeflerimize :

Bu sene de her ay üç kitap hedefimi koruyup, bunun yanında her gün istisnasız 10 sayfa kitap okumayı hedefledim. 10 sayfacık kolay gibi duruyor değil mi? Pek de öyle değil aslında. Önemli olan bunu istisnasız, HER GÜN yapabilmek. Barış Özcan’ın videolarından biraz gaza geldim evet:

Zinciri Kırmamak bence gayet güzel bir düstur. (Barış Özcan’ın 2017 videosu da geçen hafta yayımlandı bu arada, buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz) Bir Hobi edinebilmek ortalama (farklı kaynaklar farklı rakamlar veriyor olsa da) kendimce gözlemlediğim üzere 60 gün kadar sürüyor. Bu dönem birkaç hobi edinmeyi planlıyorum. Okumayı 6 yaşımda öğrendim, 23 yıldır kitap okumak benim vazgeçilmez bir hobim zaten. Bu noktada hobi olmasını planladığım bir başka maddeye geliyoruz, benim için esas zorluğu oluşturacak bir hedef :

10924259_10153096019617425_2793388740818802414_o

Yazmak

Başlığa Edebiyat yazmamın bir sebebi vardı elbet. 2017’de sadece okumak değil, yazmak da benim için bir hobiye dönüşsün istiyorum. Bu sebeple her gün 1 sayfa yazı yazmakla başlamaya karar verdim. Bunu uzun zamandır düşünüyordum. İlk olarak Stephen King’in hayatını okurken denk gelmiştim. Adam ne olursa olsun, her gün istisnasız bir sayfa yazı yazıyormuş en az. İçinden geldiği gibi. Bu kitap olmak zorunda değil, blog yazısı olmak zorunda değil. O gün başından geçen bir olay da olabilir, geçmişe dair bir anı da, sevdiği kadının saç teline ait bir paragraf da olabilir. Yazma konusundaki yaratıcılığım – elbette ki – birine aşık olmaya başladığım zamanlarda tavan yapıyor. Mesela geçen yaz yogini bir kızla tanışmıştım – bakmayın böyle iddialı konuştuğuma, yogini filan gibi terimler kullandığıma, hepsini o dönem öğrendim – hatta “Ben bu kızla evlenirim” diyecek kadar iddialı konuşmuştum. Bir gecede oturup ona dair yazdığım 40 sayfalık bir hikaye var. Sadece yazma değil, bir çok alanda ilham gelmiş olacak ki (!) yogaya başladım. Hatta ilk konuşmamız da şöyle olmuştu.

Ben – Selam ‘yogini’ (adını yogini koyalım). Ben yogaya başlamayı düşünüyorum ama, senden bazı tavsiyeler isteyecektim.

Yogini – Selam ‘şaşkın-çocuk-saygın’ (bu benim tabii ki). Hangi yogaya başlamayı düşünüyorsun ?

İç Ses – (Hass.. kaç tane yoga var ki? Google google google…)

Sonra ne mi oldu? Hikaye çöpe gitti tabii. Hayatımdaki esas kız ara ara değişse de, sonu hep aynı yola çıkıyor. Anılar hayal kırıklığına… Yoga matım odanın bir kenarında boynu bükük. Hikayenin sonu da hemen hemen şöyle bitti diyebiliriz : Gözlerin Neden Kırmızı ? Mesela motosiklet sürerken ağlamak, burnunu silememek filan nasıl bir hismiş o zaman anlamıştım. Burnumdan çıkamayan sümükler herhalde kağıda şakır şakır süper yaratıcı bir şekilde akmaya başlıyorlar.

Kitabımı yazmaya başlamam da (taaaaa 4 yıl önce) yine bir aşık olma başlangıcı içerisinde gelişmişti. Başta – Bulgar Gofreti diye isimlendirelim – bu arkadaşa özgü 18 sayfalık bir tanışma hikayesi, bir doğum günü hediyesi idi. Bir gecede yazılmış. Ardından hikayeyi zamanla işledim, alladım pulladım, biraz ekledim biraz çıkardım. Şimdi 200 sayfaya yakın bir romana dönüştü. 2 yıldır yaz babam yaz. Birkaç satır yazıyorum, 3 ay yatıyor kalem kağıt. Sonra birkaç gün sayfalarca yazıyorum.. Dönem dönem bir ilham perisi gelirse hislerim yoğunlaşıp kaleme akıyor. Yogini arkadaşa olan hislerim yoğunlaştığı sırada, Bulgar Gofreti (böyle deyince de çıtır çıtır filan gibi bir mana çıkarmayın sakın) arkadaşın hikayesinin diğer yarısını yazdım diyebilirim. İkisinin de elini bile tutamadım, tutamadığım ellere kefalet olarak bol bol kalem tutmuşluğum var. (Bakın şimdi bu hanımları azıcık hatırladım, nasıl hemen benzetmeler, tecahül arifler filan falan… Vay arkadaş, hemen yaratıcılığım kapıyı çaldı. Bakın kapıyı çaldı filan diyorum ha, geldi değil. Şu parantez içini yazarken bile aktı gitti resmen. Herhalde kadınlar olmasa edebiyat kitap şiir.. Hiçbir şey olmayacakmış)

Yazmaktan kastım kitap yazmak, hikaye yazmak değil. Onların böyle zorlamalar ile, challenge cart curt yaratarak dile gelmeyeceğini anladım. Bazen kafama esiyor, oturup saatlerce uğraşıyorum yazdıklarımla, tekrar tekrar yazıyorum. Ama bu dönem dönem olan bir şey. Planlanacak programlanacak bir şey değil. Fakat her gün bir sayfa da olsa yazmanın, sonrası için yatırım olacağı düşüncesindeyim. İlham geldiği sırada çanak tutarak hazır bekleyeyim diye alt yapı oluşturuyorum. Kiremitlerden damlayanları toparlayabileyim diye.

Bu arada, şöyle bir laf var, İlkay söylemişti, Henry Miller’dan bir alıntı :

The best way to get over a woman is to turn her into literature. 

Bunu yapabildiğim için sanırım, yani bir kadını edebiyatlaştırabildiğim için – kendi çapımda diyelim – özellikle Gofret ile özdeşleştirdiğim arkadaşı tarihe gömebildim. Yogini ile de bir hayal kırıklığı evresi yaşamaya başlıyordum – ki o dönemde Kaçkarfest ile bütün sinirim sıkıntım stresim üzüntüm geçti. Sanırım bazı şeyleri geride bırakabilmek (bu kin tutmak olsun, aşk olsun, hayal kırıklıkları olsun) insanın yaşı arttıkça daha da kolaylaşıyor. Sanki yukarıda bahsettiğim hikayeler, okuduğum bir roman gibi artık hakikaten. Kendi kendimi dışarıdan izleyen, okuyan, gülüp geçen bir üçüncü karakter gibi görmeye bile başladım. Sanki yaşayan ben değilmişim gibi. Belki de Henry Miller gerçekten doğru söylemiştir. Kızgın da, kırgın da değilim. Bedenime sıkı sıkı bağladığım, göz yaşlarımla beslediğim hüzünleri sayfalara salıverdim. Unuttum.

Bu yazma hedeflerinin ilki. İkinci olarak haftada bir (muhtemelen Pazar akşamları) bir keşif yazısı yazmayı düşünüyorum. Keşif kategorisinde daha önce de birkaç yazı denemiştim. Belki bunları düzenli hale getirebilirsem, güzel şeyler ortaya çıkabilir.

Evet, 1 Ocak 2017 için yazma hedefimi tamamlamış bulunuyorum. İlk gün için bir sayfadan fazla bile yazdım. Fakat yeni yıl hedeflerim elbette ki Motosiklet, Okumak ve Yazmak ile sınırlı değil. Yarın Müzik & Kod ile devam ediyoruz. Bir de ‘hobi oluşturma’, ‘zinciri kırmama’ konularında anlatacaklarım var. Bizi izlemeye devam edin.

1 Comment

  1. 2017 için çok güzel bir hedef seçmişsin, bu zincir olayı kesinlikle işe yarayacak bir yaklaşım. Ne hakkında olursa olsun her gün bir şeyler yazmak da işe yaradığı bilinen bir egzersiz. Senin halin yine çok iyi, ilham perisini de arkana aldığında sayfalarca döktürebiliyorsun. Benim gibi yazamayanlar için ise daha eğlenceli hale getirilmiş bir yazma tekniği var: serbest yazı (Free Writing) yani içeriği hatta dilbilgisini bile önemsemeden yazmak. Finding Forrester filmindeki ünlü ve aşırı karizmatik (Sean Connery) yazarımız da genç öğrencisine düşünmeden yaz, kafandan ne geçiyorsa yaz, bir süre sonra güzel şeyler yazacaksın diyordu. Sanırım beyindeki dil merkezini devamlı uyararak güçlü düşünme yolları oluşturulmasına yarıyor, ilk başlarda saçma sapan çıktılar üretilse de zamanla yazılanlar bir tarza ve tutarlılığa kavuşuyor. Düşünüyorum da ben de kendime ayda bir öykü yazma hedefi mi koysam, bazı kurgu öykülerimi unutmaya başladım 🙂 Belli mi olur, bir bakmışsın öykü falan yazarken tezimi de yazıvermişim 😀

    Madem alıntımız güzel yazında yer almış, son söz olarak bir alıntı daha yapayım o zaman:
    “There are only three things to be done with a woman. You can love her, suffer for her, or turn her into literature.” – Lawrance Durrell, Justine.

    Durrell bu üç seçenekten biri gerçekleşir imâsı vermiş fakat bence hep “üçü birden” gerçek oluyor: “You love her, then you suffer for her, and in the end turn her into literature”.

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.