Gökova körfezinden yavaş yavaş ayrılıyoruz. Fıtı fıtı teknemizin mırıldanışları eşliğinde. Arkamızda gün doğumu var. Şimdiye kadar güneşle selamlaştığım sabahlar hep gri binaların ardından doğduğu için böyle bir kızıllığı daha önce görmemiştim. Yazları mesela, öğlene doğru anca kalkarım ben. Kimi zaman yaşlı amcalar teyzeler “bu sabah deniz çarşaf gibiydi çarşaf!” diye özendirirler. Belki 8-9 arası kalkar giderim, yine de deniz kenarında gün doğumunu görmem. Bu sefer öyle olmadı. Meğerse gün doğumları da gün batımları kadar romantik, etkileyici ve ilham vericiymiş.
Tekne mırıldanmaya devam ediyor, henüz rüzgarı arkamıza alamadığımız için motor eşliğinde gidiyoruz. Başka bir ses yok. Onur, Suphi, Ekrem ve ben. Bir şirket etkinliğine dönüştürmeye çalıştığımız bu 3 günlük tatile çok da rağbet olmadı. 8 kişilik, 45 ft teknemizle yayıla yayıla üç koca gün geçirdik. Sanki bir hafta geçmiş gibi hissediyorum. Hem huzurlu, hem yoğun, hem sakin, hem boş, hem heyecanlı, hem dingin. 28 yıldır tanıdığım sıfatların yarısını içinde barındıran bir üç gün geçirdim, şimdi güneş arkamızda veda ediyoruz bu manzaraya, ve sıfatlara.
Böyle anlarda hep “Neden yaşıyoruz?” sorusu yankılanıyor kulaklarımda. Mesela yakamozun aslında ay ışığının yansıması değil de, gece su hareketlendiği zaman yaşayan minik canlıların çıkardığı ışıltılar olduğunu biliyor muydunuz? Çıt çıkmayan, simsiyah bir gecede denize daldırdığımız süpürge ile öğrendim ben bunu. Ve de Ekrem’in gecenin bir yarısı suya atlamasıyla etrafında ışıl ışıl olan göz kırpan canlıları gördüğümde öğrendim.
Hani tekneler yanaşırken iskeleye ya da yan taraftaki gemilere sürtünmesin, çarpmasın diye bağlanan kocaman plastik topcuklar var ya, onun adı Usturmaça imiş. Önceki büyük yelkenin adı Cenova. Herhalde Cenovalılar (ya da Cenevizlilier mi denirdi?) bulmuştur. Bumba, ırgat, apaz, geniş apaz, pupa yelken.. Unuttuğum da daha bir ton terim var. Onur olmasa bunların hiçbirini öğrenemeyecek, bu heyecanı yaşayamayacaktım. Yelkeni tutan halatları zincirleme mekanizması en keyifli şeydi benim için. Zaten yelkenli sırasında tek faydam da orada dokundu sanırım.
Keyifle kitabımı okudum, akşamları müzik eşliğinde hayata dair ufak tefek sohbetler ettik. Komik anılar paylaştık. İçlerinde en genci, en küçüğü ben olarak yine böyle şeyleri erken (göreceli olarak) keşfettiğime şükrettim. Yine kendime önümüzdeki yaza dair hedefler koydum. Epey zor ve tecrübe isteyen bir şey olsa da, yapılabilir gözüktü gözüme. Ömrü hayatımda ufak da olsa hiçbir zaman bir yelkenli almaya param yetmeyecek, ama kiralayıp açılma olayı o kadar da atla deve değilmiş. Amatör denizcilik belgesi ise pratik sınav gerektirmiyormuş. En keyifli, en eğlenceli tatillerden birisi oldu benim için. O soğukta denize mi girilir diyen şirkettekilere inat deniz hem sıcak hem de berraktı.
Bu üç günlük kaçamağın en güzel tarafı ise yıldızlardı. Gökyüzünü en son bu kadar parlak en son yıllar önce babamla balığa gittiğimizde görmüştüm. O zaman da etrafta tek bir medeniyet belirtisi yoktu, en yakın evden kilometrelerce uzaktık ve de çıt çıkmıyordu. Sadece cırcır böceklerinin sesi geliyordu kulağımıza. Uzanıp saatlerce gökyüzünü seyrettik. Bu mesela, kayıt altına alamayacağınız anlardan birisi. Fotoğraflamak mümkün değil, gözünüzde tekrar canlandırmak çok zor. O yıldızlarla dolu gök yüzünü tekrar kafanızda kurgulamaya kalktığınızda (mesela şu anda benim yaptığım gibi), en fazla bir film sahnesinden görüntü geliyor aklınıza. Yıldızları kaydedemezsiniz, fakat onların verdiği hissiyatı düşünmek şu anda bile kalp çarpıntısı yapıyor bende. Sanırım çağıma göre biraz fazla romantik bir adamım. Işığı parlak olan yıldızları herkes görüyor, bazılarını şehirden baktığınızda bile görüyorsunuz. Fakat ışığını kendi içinde barındıran, etrafa bol bol saçmayan yıldızlar ise böyle özel anlara ait. Barış Bıçakçı’nın bir romanında geçiyordu, yıldızlara bakarak sadece yıldızları düşünmek gerekir diye. Böyle yapmazsanız, içinden çıkılmaz ruh hallerinin birinden diğerine zıplayarak saatlerce izleyebiliyorsunuz onları. Dünyaya dönüşünüz zor oluyor biraz.
Sabah ip peynir adını verdiğimiz Murat Bey’in isli peynirleri, omletimiz ile gün doğarken harika bir kahvaltı yapıp, biraz denizde serinleyip tekrar yola koyuluyoruz. İşte o sabah, bu yazıya başlarken bahsettiğim sabah.
Alakışla, Okluk, Sadun Boro (hayat hikayesine bir göz atın bence.. Dünyanın çevresini dolaşan ilk Türk denizci. Gömülmek için ise Gökova’yı seçmiş kendisine)
Motosiklet gezilerindeki yeşilin aksine burada elbette ki mavi hakim. Yine de Gökova’nın yeşil-kahverengi tonlarını kıyılardan seyrede seyrede gidiyoruz. Herkes yüzüne vuran güneşten ve rüzgardan hafifçe gülümsüyor.
Ben ise kafamdan şunları geçiriyorum o sıralar. Bir gün zengin olsam Turgutreis’te bir yelkenlide mi, yoksa Hemşin yaylalarında ufak bir ahşap evde mi yaşamayı seçerdim? Bilmiyorum. Neden şimdi yapmıyorum? Bir ufak tarla, birkaç inek? Bilmiyorum. Neden yaşıyoruz? Bilmiyorum. Yıldızlara bakarak başka şeyler düşünürseniz böyle oluyor işte.